PEmcgr. Abdest alma şekli mezheplere göre değişiklik gösteriyor. Mezheplere göre tek tek abdest nasıl alınır açıklayacağız. Bu yazımızda Şafi mezhebine göre abdest nasıl sorusunun cevabını bulabilirsiniz. Peki şafi mezhebine göre abdestin farzları nelerdir? Detaylar haberimizde… Abdestin İhtilâf Edilen Farzları Fakihler niyet, tertip, peşi peşine yıkama ve ovmanın vacipliğinde ihtilâf ettiler. Hanefîlerin dışındakiler niyetin farz olduğunu söyler. Niyet Lügatte niyet, kalp ile kasıttır, dil ile alâkası yoktur. Şer’an, abdestli kimsenin farzın edasına veya hades hükmünün kaldırılmasına ya da kendisi için taharet gerekenin mubah hâle getirilmesine niyet etmesidir. Abdest alanın “Abdestin farzlarına niyet ettim.” demesi gibi. Hanefîler dediler ki1 Sevap elde edilmesi için abdest alanın niyetle başlaması sünnettir. Kişinin hadesin kaldırılmasına ya da namaz kılmaya, abdeste veya emre uymaya niyet etmesidir. Mahalli kalptir. Kalp ve dil fiilini birleştirmek için dili ile söylerse bu da müstehaptır. Niyetin farz olmadığını söylemeleri, serinlenmek için abdest alanın, yüzmek, temizlenmek veya boğulanı kurtarmak vb. için suya girenin abdestinin sahih olacağı sonuçlarını doğuruyor. Bu görüşleri için şu delilleri getirdiler Kur’an’da zikredilmemiştir Abdest ayeti sadece, üç organın yıkanması ve başın meshini emretmiştir. Ahad hadisi ile niyeti şart koşma Kitab’ın nassına ziyadedir. Onlara göre de Kitab’a ziyade nesh sayılır, Ahad ile nesh sahih olmaz. Sünnette de geçmemiştir Bilmediği hâlde, Peygamber asm bedeviye niyeti öğretmemiştir. Niyet teyemmümde farzdır, çünkü toprakladır, hadesi de asaleten gidermez, sadece suya bedeldir. Diğer taharetlere kıyas Abdest su ile taharettir; necasetin giderilmesinde olduğu gibi onda da niyet gerekmez. Setr-i avret gibi, namazın diğer şartlarında da niyet gerekmiyor, zimmî kadının Müslüman kocasına helâl olması için hayızdan yıkanması da gerekmemektedir. Abdest namaz için vesiledir. Bizzat maksut değildir; niyet ise maksatlarda istenen bir şarttır, vesilelerde değil. Hanefîlerin dışındaki fakihlerin cumhuruna göre, ibadetin veya Allahutealâ’ya kurbet kastının gerçekleşmesi için abdeste niyet şarttır.2 Yeme, içme, uyku vb. gibi ibadet dışında olan şeyler için alınan bir abdestle namaz sahih olmaz. Şu delilleri ileri sürdüler Sünnet Peygamber asm’ın hadisi “Ameller ancak niyetlere göredir. Ve kişi için ancak niyeti vardır.”3 Yani şer’an kabul edilen ameller niyetle olur. Abdest ameldir; şer’an ancak niyetle bulunabilir. İbadette ihlasın gerçekleştirilmesi Allah Tealâ, “Dinde ihlâsla Allah’a ibadet etmekle emrolundular.” buyurdu. Abdest de emredilen bir ibadettir. Allahuteâla’ya ancak halis bir niyetle tahakkuk eder. Çünkü ihlâs kalbin amelidir, o da niyettir. Kıyas Namazda ve namazın mübahlığı için teyemmümde şart olduğu gibi abdestte de niyet şarttır. Abdest maksudun vesilesidir, o maksudun hükmünü alır. Allah Tealâ, “Namaza kalktığınızda yüzünüzü yıkayın.” buyurdu. Bu da gösteriyor ki abdest, namaz için emredilmiştir. İstenen, namaz için azaların yıkanmasıdır, o da niyetin manasıdır. Niyetle İlgili Bazı Meseleler Geçen bahisten niyete bağlı olan bazı meseleler çıkmaktadır4 Hakikati Lügat olarak kasıt, şer’an bir şeyin fiiline mukterin bitişik olarak kastedilmesi demektir. Hükmü Cumhura göre vacip, Hanefilere göre müsehaptır. Niyetten kasıt İbadeti, âdetten ayırmaktır veya derecesinin ayrılması, yani bazı ibadetlerin bazılarından ayrılması; namaz gibi. Onun için bazen farz olur, bazen de nafile. Şartı Niyet edenin Müslüman olması, temyizi ve niyet edilen şeyi bilmesi ve ona ters olan bir şeyi yapmaması; hükmen ona başlayıp abdestten başka bir işle meşgul olmamalı, niyet muallakta kalmamalıdır. “İnşaallahu tealâ,” dediğinde ta’lik kastetse veya mutlak olarak söylese sahih olmaz, teberrük kastetse sahih olur. Hanefi’lerin dışındakiler, idrarını tutamayan ve sürekli hadesi olan için namaz vaktinin girmesini şart koştu; çünkü tahareti özür dolayısıyladır ve bu taharetin yapılması zarurettir. Teyemmüm gibi vakitle mukayyet olur. Mahalli Kalptir. Niyet kasıttan ibarettir, kastın mahalli de kalptir. Dili ile söylemese de kalbi ile itikat ettiğinde yeterli olur. Niyet kalbinden geçmezse, meydana gelen fiil onun için yeterli olmaz. Malikîlerde evlâ olan niyetin dille söylenmesini terketmektir. Şafiilerde ve Hanbelîlerde ise, söylenmesi sünnettir. Ancak, Hanbelîlerde, gizlice söylenmesi müstehaptır, açık söylenmesi ve tekrarı mekruh olur. Şekli Tahareti ile, ancak onunla mubah sayılan, namaz, tavaf, Mushafı tutmak gibi bir şeyin mübahlığını kasteder ve küçük hadesin, yani azalardaki mevcut yasağın kalkmasına niyet eder. Yani niyetin şekli; hadesin kaldırılmasına ya da hadesten taharete niyet etmektir. Hangisine niyet etse yeterli olur. Çünkü maksuda niyet etmiş olur. Amaç hadesin kalkmasıdır. Niyetin vakti Hanefîler dediler ki Bütün fiilinin kurbiyet ibadet olması için vakti istincadan öncedir. Hanbelîler, “Niyetin vakti abdestteki ilk vacip yani besmele anıdır” dediler. Malikîlere göre niyetin vakti yüzü yıkama anıdır. Taharetin başı olduğuna dair de bir delil vardır. Şafiîler, yüzden bir bölümün ilk yıkanışı anıdır, dediler. Onlara göre namazda olduğu gibi, niyetin ilk farzla beraber olması için yüzün ilk yıkanışıyla beraber olması vaciptir. Taharetin sünnetleri ve farzlarına şamil olması için ellerin yıkanmasından önce niyet müstehaptır. İkisinde de sevap alır. Az bir vakit taharetten önce olursa caizdir, zaman uzarsa caiz olmaz. Niyetin, abdestin evvelinde niyet ettikten sonra hatırdan çıkmış olması ve unutulması zarar vermez. Çünkü namaz ve oruç gibi, niyet şartı getirilen bir şey unutulma ile iptal olmaz. Rafd terk ve ibtal böyle değildir, yani abdest anında, aldığı kısmı, kalbiyle “abdestimi iptal ettim demesi” gibi bir iptal böyle değildir. Bu, niyeti iptal eder. Şafiîler ve Hanbelilere göre abdest alan niyeti abdest azalarına bölebilir. Her azayı yıkarken ondan hadesi kaldırmaya niyet eder. Çünkü abdestte yapılan fiilleri bölmek caizdir. Aynı şekilde niyetin de abdestin fiillerine bölünmesi caiz olur. İbni Rüşd’ün nezdinde azhar olan görüşün aksine Malikîlerde mutemet olan, niyetin azalara bölünmesinin caiz olmadığıdır. Bu her azaya -abdesti tamamlamayı kastetmeden- hususî niyet edip sonra aklına geldikçe sonrakini yıkama şeklindedir. Abdesti hemen tamamlama kastı ile niyeti azalara taksim ederse bu caiz olur. Bu noktada da Malikîler Şafiî’lerle ve Hanbelîlerle birleşmiş oluyor. Netice olarak, âlimler teyemmümde niyetin vacip olduğunda ittifak ettiler. Tertip sıra ile Yapma Tertip Kur’an nassında varit olduğu gibi abdest azalarının ardarda, yani önce yüzün, sonra kolların yıkanması, sonra başın meshedilmesi, sonra da ayakların yıkanmasıdır. Vacip olup olmaması konusunda fakihler ihtilaf etmişlerdir.5 Hanefîler ve Malikîlere göre Tertip farz değil, sünnet-i müekkededir. Allahutealâ’nın zikrettiği gibi ve sağdan başlar. Çünkü varit olan Kur’an nassı, abdestin farzlarını sayarken farzları vav harfiyle atfetmiştir. Bu vav da sadece mutlak bir toplamı ifade eder. Bu da tertibi gerektirmez. Eğer tertip istenecek olsaydı, “fâ” ya da “sümme” edatları ile atfederdi, “feğsilû” -yıkayın- ayetindeki fa harfi bütün uzuvlar edatları hakkında takip ifâde eder. Hz. Ali, İbni Abbas ve İbni Mesud’dan, tertibin vacip olmadığına delâlet eden rivayetler vardır. Hz. Ali dedi ki Hangi uzvumla başladığıma aldırmam. İbni Abbas da dedi ki Ellerden önce ayaklarla başlamada bir beis yoktur. İbni Mesud da şöyle dedi Abdestte ellerinden önce ayaklarınla başlamakta bir beis yoktur.6 Şafiîler ve Hanbelîlere göre Tertip abdestte farzdır, gusülde değildir. Delilleri emredilen abdesti açıklayan Peygamber asm’in fiili7 ve Hz. Peygamberin haccındaki “Allah’ın başladığı ile başlayın.”8 sözüdür. İbret lafzın umumunadır. Abdest ayetinde de tertibin istendiğine delâlet eden bir karine vardır; Allah Telalâ, meshedilen uzvu yıkananlar arasında zikretmiştir. Arap, hemcinsleri ayırmaz, yaran olmadıkça eş kelimeleri birbirinden ayırmaz. O da burada tertiptir. Çünkü, sünnetlerine dair bir şey zikredilmemesinden, ayetin vacip abdestin açıklaması olduğu anlaşılıyor. Ayrıca namazın rükünleri arasındaki tertibe de kıyas edilir. Gerekli tertibi ters çevirip ayaklan ile başlayıp yüzü ile bitirse, sadece yüzünü yıkadığı sahih olur. Sonra da şer’î tertibe göre gerisini tamamlar. Tertip, farzlar arasında gereklidir. El ve ayakların sağ veya solunda tertip vacip değildir. Sadece menduptur. Çünkü Kur’an’daki çıkış noktalan aynıdır. Allahuteala “elleriniz… ayaklarınız…” buyurdu. Fakihler iki eli bir uzuv, iki ayağı bir uzuv sayarlar. Aynı uzuvda tertip vacip olmaz. Ali ve İbni Mesud’un yukarda geçen sözünden maksat da budur. Ahmed dedi ki Ancak, sağdan önce sol uzvun yıkanabileceğini kastettiler, çünkü Kitap’taki çıkış noktaları aynıdır; sağdan başlanacağına dair bir işaret yoktur.
Akşam Namazının İki Rekat Sünneti 1. Rekat "Niyet ettim Allah rızası için Akşam namazının iki rekat sünnetini kılmaya" diye niyet ederiz "Allahu Ekber" diyerek İftitah Tekbiri alır ve namaza başlarız Veccehtü duasını okuruz Euzü-besmele çekeriz Fatiha okuruz Kur'an'dan bir sure okuruz Tekbir alırız Rüku'ya gideriz. Doğrulurken yine Tekbir alırız Secde'ye gideriz. Doğruluruz, tekrar Secde'ye gideriz 2. Rekat Ayağa kalkarak Kıyama dururuz Besmele çekeriz Fatiha okuruz Kur'an'dan bir sure okuruz Tekbir alırız Rüku'ya gideriz. Doğrulurken yine Tekbir alırız Secde'ye gideriz. Doğruluruz, tekrar Secde'ye gideriz Oturarak Ettahiyyatu ve Allâhumme Salli, Allâhumme Bârik dualarını okuruz "Es selâmu aleyküm ve rahmet'ullah" diye sağa ve sola selam vererek namazı tamamlarız
Ergenlik bulûğ yaşına ve belli bir aklî olgunluk düzeyine gelmiş her müslümanın namaz kılması farz-ı ayındır. Buna göre namazın kişiye farz olmasının şartları, müslüman olmak, bulûğ çağına ulaşmak ve akıllı olmak üzere üç tanedir. Bu şartlara namazın vücûb şartları yani kişinin namaz kılmakla yükümlü olmasının şartları ve eksiksiz bir şekilde kılınabilmesi için namazın birtakım farzları ve vâcipleri sıhhat şartları, sünnetleri ve âdâbı bulunmaktadır. Farzlara riayetsizlik, namazın bozulmasına yol kesin olmayan bir delille sabit olduğu için, vâcibi inkâr eden kişi, kâfir olmaz. Ancak bir açıklama getirmeksizin ve te’vil etmeksizin vâcibi terkeden kimse fâsık kabul edilir. Namazın vâciplerinden herhangi birinin terkedilmesi namazı bozmaz. Namazın vâciplerinden biri sehven terkedilmişse sehiv secdesi yapmak gerekir. Eğer kasten terkedilmişse, namazın iade edilmesi yani yeniden kılınması Hz. Peygamber’in devamlı olarak yaptığı muvâzebe ve bir mazeret olmaksızın terketmediği şeydir. Namazda sübhâneke okumak, eûzü çekmek bu mânada sünnettir. Sünnetin yapılmasına sevap olmakla birlikte terkedilmesine ceza ikab yoktur, sadece kınama ve sitem itâb vardır. Namazın sünnetleri, namazın vâciplerini tamamlar, onlardaki kusurları telâfiye ve fazla sevaba vesile olur. Sünnetlere riayet etmek ve devam etmek Peygamber’i sevmenin bir nişanesi sayılır. Bununla birlikte sünnetin terkedilmesi, ne farzın terkedilmesi gibi namazın bozulmasını ve yeniden kılınmasını, ne vâcibin kasten terkedilmesi gibi tahrîmen mekruhluğu ne de vâcibin sehven terkedilmesi gibi sehiv secdesi yapmayı gerektirir. Fakat sünnetlerin kasten terkedilmesi “isâet” yanlış ve kötü davranış olur. İsâet, Hanefîler’in tanımlamasına göre tenzîhen mekruhun üstünde, tahrîmen mekruhun altında yer çoğulu âdâb, Hz. Peygamber’in devamlı olmaksızın zaman zaman yaptığı şeylerdir. Rükû ve secdede üçten fazla tesbih yapmak gibi. Mendup anlamına da gelir. Bunları terketmek, her ne kadar isâet sayılmaz ve kınamayı gerektirmez ise de bunlara riayet edilmesi daha faziletlidir efdal. Esasen namazın âdâbı, yüce yaratıcının huzurunda durulduğunun farkında olunarak, zâhiren mütevazi bir halde NAMAZIN FARZLARINamazın on iki farzı vardır. Namazın farzları, namazın dışındaki farzlar ve namazın içindeki farzlar olarak iki gruba ayrılır. Namazın dışındaki farzlar, namazdan önce ve namaza hazırlık mahiyetinde olduğu için “namazın şartları” şurûtü’s-salât olarak adlandırılır. Namazın içindeki farzlar ise, namazın varlığı ve tasavvuru kendisine bağlı olduğu, yani bu farzlar namazın mahiyetini oluşturduğu için “namazın rükünleri” erkânü’s-salât adını alır. Bunlar namazı oluşturan unsurlardır. Namazın farzlarından herhangi birinin eksikliği durumunda namaz sahih olmaz. Buna göre;a Namazın Şartları1. Hadesten tahâret2. Necâsetten tahâret3. Setr-i avret4. İstikbâl-i kıble5. Vakit6. Niyetb Namazın Rükünleri1. İftitah tekbiri2. Kıyam3. Kıraat4. Rükû5. Secde6. Ka`de-i ahîre şeklinde sıralanırBu sayılan şart ve rükünlerde fakihler görüş birliğindedir. Namazın rükünlerinin düzgün bir şekilde yapılması demek olan ta`dîl-i erkân Ebû Yûsuf’a ve Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre rükün kabul edilmiştir. Kişinin kendi isteği ve fiili ile namazdan çıkması da hurûc bi sun`ih Ebû Hanîfe’ye göre bir rükündür. Farzlar arasında sıraya riayet etmek tertip, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre namazın NAMAZIN ŞARTLARI1. Hadesten TahâretHades genel olarak hükmî kirlilik, hadesten tahâret de bu hükmî kirlilikten temizlenme demektir. Abdestsizlik durumu yani namaz abdestinin olmayışı ve cünüplük hali, dinî literatürde hades yani hükmî kirlilik olarak nitelendirilir. Hadesten tahâret, namaz abdesti olmayan bir kimsenin abdest alması, gusül yapması gereken bir kimsenin gusül etmesi yani boy abdesti alması demektir. Bu çeşit tahâret, maddî kirleri giderme, beden sağlığını koruma gibi birçok yararı içinde bulundursa da esas itibariyle başka hikmetlere mebnî dinî muhtevalı ve ibadet içerikli taabbüdî bir namaz abdestinin olmaması durumu, küçük hades diye; cünüplük, âdet görme hayız ve loğusalık gibi, gusül yapmayı gerektiren durumlar ise büyük hades diye olan kimseler, boy abdesti almadan namaz kılamazlar. Aynı şekilde âdet yahut loğusalık halinde olan kadınlar da bu halleri devam ediyorken namaz kılamazlar. Bu halleri sona erdikten sonra, namaz kılabilmek için boy abdesti almaları gerekir. Boy abdesti almak için su temin edemeyen veya su bulduğu halde bu suyu kullanma imkânı bulamayan kimseler teyemmüm ederler. Aynı durum, namaz abdesti almak için su bulamayan kimse için de geçerlidir. Tilâvet secdesi ve şükür secdesi gibi namaz benzeri işler eksik namazlar için de hadesten temizlenmiş olmak yani abdestli bulunmak şart kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulursa namaz da bozulmuş olur. Namaz kılarken bilerek abdest bozucu bir fiil işleyen kişinin namazı bozulur. Ancak bu iş, namazın sonunda yapılmış ise, kişi kendi fiili ile namazdan çıkmış sayılacağı için Hanefîler’e göre namaz durumlarında kadınlar namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaftır. Kur’ân-ı Kerîm’de hayız durumunun bir eza ve rahatsızlık hali olduğu bildirilmekte ve erkeklerin bu durumdaki eşleriyle cinsel ilişkide bulunmaları yasaklanmaktadır. Hz. Peygamber, bu durumda olan kadınların namaz kılmayacaklarını ve oruç tutmayacaklarını açıklamıştır. Kadınlar bu dönemlerinde kılamadıkları namazları kazâ etmeyecekler, fakat tutamadıkları oruçları kazâ edeceklerdir. Bu hükümler üzerinde icmâ edilmiş ve bu konuda aykırı bir görüş öne sürülmemiştir. Öte yandan özel durumlarında kadınların namaz ve oruç gibi ibadetlerden muaf tutulması, bir “haktan mahrumiyet” değil, “görevden muafiyet”tir. İbadetler, bir dinin temel unsurları içerisinde yer alması bir yana, o dinin alâmet-i fârikası, ayırıcı özelliğidir. İbadetler, diğer sosyal ve hukukî kurumlardan farklı olarak, zamana ve zemine göre değişme göstermeyen sabit konulardır. Üzerinde görüş birliği sağlanmış ibadet konularında değiştirme yapılacak olursa, din, kendine mahsus özelliklerini yavaş yavaş yitirir ve tanınmaz hale gelir. Bu bakımdan özellikle ibadet konularında gerçekleşmiş olan icmâlara dikkat etmek, bunlara aykırı davranmamak şarttır. Zaten bu tür icmâlara aykırı davranmak, öteden beri âlimler tarafından bid`at ve sapıklık olarak değerlendirilmiş, hatta konunun önem derecesine göre bazı icmâları inkâr edip karşı gelmenin küfür olacağı Necâsetten TahâretNecâsetten tahâret, vücut, elbise ve namaz kılınacak yerin, -insan kanı ve idrarı, at, koyun gibi hayvanların idrar ve dışkıları gibi- dinen pis sayılan şeylerden temizlenmesi demektir. Ağır galîz necâset ve hafif necâsetin neler olduğu ve bunların hangi ölçüde bulunmalarının namaza engel olacağı konusu TEMİZLİK bölümünde sıhhatine engel olacak ölçüde necâset taşıyan bir elbise ile bilmeyerek namaz kılan kimsenin, bu durumu öğrendikten sonra namazını iade etmesi Setr-i AvretAvret, insan vücudunda başkası tarafından görülmesi ayıp ya da günah sayılan yerlerdir. Setr-i avret, avret sayılan yerleri örtmek demektir. Avret yerlerinin namazda olduğu gibi, namaz dışında da örtülmesi ve başkalarına gösterilmemesi kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de terim anlamına yakın bir şekilde iki yerde geçmiş olmakla birlikte en-Nûr 24/31, 58, avret yerlerinin sınır ve ölçüleri gösterilmemiştir. Kur’an’da geçen “sev’e” el-A`râf 7/20, 22, 26, 27; Tâhâ 20/121; el-Mâide 5/31 kelimesiyle de en dar anlamda avret yani erkek ve kadının cinsel organı kastedilmiştir. Bunun Kur’an’da “sev’e” diye anılması, onların örtülmesinin aklın ve fıtratın da gereği olduğunu göstermektedir. Bu bakımdan buna galîz avret denilmektedir. Cinsel organların dışında nerelerin avret olduğu hususu büyük ölçüde hadislerle düzenlenmiştir. Hz. Peygamber’in bu düzenlemeyi yaparken, o dönemin giyim kuşam tarzını da dikkate aldığı açıktır. O dönemde bugünkü anlamda iç çamaşırının olmadığı, en azından iç çamaşırı giyme âdetinin bulunmadığı dikkate alınırsa, Hz. Peygamber’in erkekler için yaptığı bu düzenlemenin, gerek namazdaki hareketler gerekse namaz dışında oturup kalkmalar esnasında, esas avret yerlerinin cinsel organ ve makat görünmemesi açısından ne kadar yerinde olduğu için avret, yani örtülmesi gereken yerler, göbek ile diz kapağının arasıdır. Bu konuda biraz daha ihtiyatlı davranan Hanefîler diz kapaklarını da avret olarak kabul ederken, diğer üç mezhep, diz kapaklarını avret için avret, yüz, el ve ayak dışındaki bütün vücuttur. Onlar, yüzlerini namazda örtmedikleri gibi, ellerini ve ayaklarını da açık bulundurabilirler. Saçlarıyla beraber başları, bacakları ve kolları örtülü Mâlik, setr-i avretin örtünme namaza has olmayan genel bir farz olduğunu, namazda ve namaz dışında uyulması gereken dinî bir emir bulunduğunu dikkate alarak kadınların başlarını örtmelerini ayrıca namazın farzları arasında saymamıştır. Onun bu görüşün bir uzantısı olarak Mâlikî mezhebinde setr-i avret namazın sünnetlerinden sayılır. Diğer üç mezhep imamı ve Mâlikî mezhebindeki öteki görüşe göre, namazda setr-i avret, tıpkı kıbleye yönelmenin farz oluşu gibi Peygamber’in “Allah, bulûğa ermiş kadının namazını başörtüsüz kabul etmez” İbn Mâce, “Tahâre”, 132; Tirmizî, “Salât”, 160; Müsned, IV, 151, 218, 259 ve “Kadın bulûğ çağına erince elleri ve yüzü dışında başka yerlerinin başkasına görünmesi helâl olmaz” Ebû Dâvûd, “Libâs”, 31 şeklindeki hadisleri göz önüne alınınca, başörtüsüz kılınan namazın geçerli olmayacağı anlaşılır. Kadının başının dörtte biri veya uyluğunun dörtte biri açık olarak namaz kılması durumunda, Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre namazı geçersiz olur. Ebû Yûsuf’a göre ise, başının yarıdan fazlası açık olmadıkça namaz geçerlidir. Çünkü bir şeyin yarıdan fazlası çok hükmündedir. Kadın, asgari bir başörtüsü, bir de ayaklara kadar uzanacak bir gömlek giymiş olmalıdır. Başörtüsüz namaz kılacak olursa bu namazını, vakit içinde veya vakit çıktıktan sonra iade eder. Mâlik’e göre ise vakit çıktıktan sonra iade etmesine gerek yoktur. Çünkü İmam Mâlik’e göre kadının başını örtmesi namaza has olmayan genel bir farzdır. Bu sebeple Mâlikîler namazda kadınların başını örtmesini namazın farzları arasında saymaz, âdeta onu namazın sünnet veya müstehaplarından biri olarak görürler. Bu itibarla başörtüsüz kılınan namaz, Mâlikîler’de ağırlıklı görüşe göre sahih olmakla birlikte vakti içinde iade edilmesi tavsiye edilmiştir. Kadının örtünmeyle ilgili genel farzı ihlâl etmiş olmasının dinî sorumluluğu ayrı bir husus olarak değerlendirilmiştir. Öte yandan kadınların kolları, kulakları ve salıverilmiş saçlarının avret olmadığını söyleyen Hanefî bilginler de mezhebinde erkek ve kadının avret yerleri “ağır avret” avret-i mugallaza ve hafif avret olmak üzere iki kısımda değerlendirilmektedir. Erkek için galîz avret, cinsel organ ile makattır. Bu kısmın kesinlikle örtülmesi gerekir. Göbekle diz kapak arasının ağır avret sayılan bölgesinin dışında kalan kısımları ise hafif avrettir. Örtülmesi gerekli olmakla birlikte birincisi kadar ağır değildir. Kadının göğsü, göğüs hizasında bulunan sırt kısmı, kolları, boynu, başı ve dizden aşağısı hafif avret olup, bunun dışında kalan yerleri galiz avrettir. Bu ayırımın pratik sonucu namazdaki örtünme hükümlerine etki eder. Buna göre, hafif avret sayılan yerleri açık olarak namaz kılan bir kimse genel dinî farzı ihlâl etmiş olmanın günahını yüklenmekle birlikte, bu kimsenin namazı bâtıl olmaz. Mâlikîler’in namazda baş örtmeyi sünnet, açmayı da mekruh saymasının anlamı şeyin, tenin rengini göstermeyecek kalınlıkta veya dokuda olması gerekir. Vücut hatlarını belli eden elbise ile namaz kılmak mekruh olmakla birlikte kılınan namaz geçerlidir. İpek giysi giymek mekruh veya haram kabul edilse de, ipek elbise ile kılınan namaz esnasında avret mahallinin, kişinin iradesi dışında açılması durumunda, açılan yer eğer örtülmesi gereken yerin dörtte biri oranına ulaşmış ve bir rükün eda edilecek bir süre sübhânellâhi’l-azîm diyecek kadar bir süre açık kalmış ise kişinin namazı bozulur. Kendi iradesi ile açacak olursa namazı hemen İstikbâl-i Kıbleİstikbâl-i kıble, namaz kılarken kıbleye yönelmek demektir. Müslümanların kıblesi, Mekke’de bulunan Kâbe’dir. Kâbe denilince sadece bilinen bina değil, bunun yanında, hatta daha öncelikle bu binanın bulunduğu yer kastedilir. Kâbe’yi gözle gören kişi, bizzat Kâbe’ye yönelir. Kâbe’den uzakta olan kişi ise Kâbe’nin bizzat kendisine değil, onun bulunduğu tarafa yönelir, yüzünü ve yönünü o tarafa çevirir. Namazın amacı, kalbin mâsivâdan Allah’tan başka her şeyden ayrılıp yalnızca Allah’a yönelmesidir. Elbetteki Allah herhangi bir yönle kayıtlı ve sınırlı değildir. Fakat, kalbin huzur ve sükûnetini sağlamak bakımından, namazda herkesin yöneleceği bir yönün tayin edilmesi, belirlenmesi gerekir. Zâhirde, yüzümüzü Allah’ın evi olan Kâbe’ye çevirdiğimiz gibi, bâtınen de, Allah’ın nazargâhı olan kalbimizi, gönlümüzü başka şeylerden çekip alarak, arındırarak yalnız Allah’a yöneltmeli, Allah’tan başka şeyleri kalpten ne tarafta olduğunu bilmeyen kimsenin, yanında kıble yönünü bilen birisi varsa ona sorması gerekir. Böyle biri varken ona sormayıp kendisi ictihad ederek, yani kıble yönünü bulmaya çalışarak bir yöne yönelmiş ve yöneldiği tarafın kıble yönü olmadığı ortaya çıkmış ise, namazı iade etmesi bulunduğu noktadan 45 derece sağa ve sola sapmalar kıbleden Kâbe yönünden sapma sayılmaz. Sapma derecesi daha fazla olursa “kıbleye yönelme” şartı aksamış ne tarafta olduğunu bilmeyen kimse, soracak birini bulamadığı takdirde yıldız, güneş, rüzgâr gibi birtakım doğal alâmetlere dayanarak kıble yönünü bulmaya çabalar ve kanaat getirdiği tarafa yönelerek namazını kılar. Namazı kıldıktan sonra kıblenin kendi yöneldiği tarafta olmadığı ortaya çıksa bile, kendisi bu yöne ictihad ederek, yani birtakım alâmetlere dayanarak bu sonuca ulaştığı için, namazı yeniden kılması gerekmez. Fakat namaz esnasında kıble yönünü anlaması halinde, namazını bozmadan o tarafa yönelir ve namazını yönünü bilmeyen kimse, birine sormadan veya kıblenin ne tarafta olduğunu araştırma zahmetine katlanmadan ictihad etmeden rastgele bir tarafa yönelse, namaz esnasında yöneldiği tarafın kesin olarak kıble tarafı olduğunu anlasa namazı yeniden kılar. Çünkü namazın ilk kısmı şüpheli olduğu için, sağlam kanaate dayalı ikinci kısım, şüpheli birinci kısım üzerine bina edilemez. Ancak bu durumu namazı bitirdikten sonra anlayacak olursa, iade etmesi gerekmez. Ebû Yûsuf’a göre her iki durumda da iade etmesi kişi kıble cihetini araştırsa ve her biri ayrı bir yönün kıble olduğuna kanaat getirse, bu durumda bunlar birbirlerine uyarak cemaatle namaz kılamazlar. Her biri kendi tesbit ettiği kıbleye dönerek ayrı ayrı namazlarını kimse namazda iken bir özür olmaksızın göğsünü kıble tarafından çevirecek olursa namazı bozulur. Yüzünü çevirecek olursa, derhal kıbleye dönmesi gerekir. Bir kimse abdestsiz olduğunu zannederek namazdan ayrıldıktan sonra abdestli olduğunu hatırlasa, isterse henüz mescidden çıkmamış olsun, namazı bozulmuş olur. Fakat bir kimse mescidde namaz kılarken abdestinin bozulduğu zannıyla kıbleden ayrılıp da daha mescidden çıkmadan abdestinin bozulmadığını anlasa, İmâm-ı Âzam’a göre namazı bozulmuş olmaz. Ama bunu mescidden çıktıktan sonra anlayacak olsa namazı ittifakla bozulur. Çünkü mekânın değişmesi bir özüre mebni değilse, namazı iptal veya düşman yahut yırtıcı hayvan korkusu gibi nedenlerle kıbleye dönme imkânı bulamayan kimse, kendisi için en rahat olan tarafa Üzerinde Kıbleye YönelmeNormal durumlarda binek üzerinde nâfile namaz kılmak câiz ise de, farz namaz kılınmaz. Ancak zaruret durumlarında binek üzerinde namaz kılmak câiz görülmüştür. Hayvan üzerinde, otomobil veya otobüste namaz kılındığı takdirde namazın rükünlerinden olan kıyam ve çoğu kere istikbâl-i kıble yerine getirilemez. Fakat yerin çamur olması, namaz kılacak uygun bir yer bulunmaması gibi durumlarda, hayvanı veya otomobili durdurup, hayvanın veya taşıtın üzerinde kıbleye yüz tutarak namaz mezhebinde iki namazın birlikte kılınması cem`, hac mevsiminde, Arafat ve Müzdelife dışında kabul edilmediği için, yağmur, çamur ve yolculuk gibi sebeplerle iki namazı birlikte kılmak söz konusu edilmemiştir. Ancak diğer mezhepler, sayılan mazeretlere binaen iki namazın birlikte kılınabileceğini kabul ettikleri için, uygun yer bulma ihtimali olan durumlarda, namazı binek üzerinde kılmayıp uygun vakit ve mekânda iki namaz birlikte namaz kılan kimse mümkünse kıbleye doğru döner; gemi yön değiştirdikçe kendisinin de kıble tarafına dönmesi VakitNamaz günün belli zaman dilimlerinde yerine getirilmesi gereken bir farzdır. Bu itibarla farz namazlar için vakit şarttır. Yine her bir farz namaza bağlı sünnet namazlar, vitir, teravih ve bayram namazları için de vakit şarttır. Bir farz namaz, vaktinin girmesinden önce eda edilemeyeceği gibi, vaktinin çıkmasından sonra da eda edilemez. Bir farz namazın vakti içinde kılınması edâ, vaktinin çıkmasından sonra kılınması da kazâ olarak adlandırılır. Bir namazın özürsüz olarak vaktinde kılınmaması ve ileriki bir vakitte kazâ edilmek üzere ertelenmesi doğru değildir ve günahtır. İlgili hadisten hareketle, unutma ve uyuma gibi mazeretler nedeniyle vaktinde kılınamamış olan namazın daha sonra kılınması gerekir. İhmal ederek, gevşeklik göstererek namazın vakti içerisinde kılınmaması günah olduğu için kimi bilginler, bu şekilde mazeretsiz olarak vakti içerisinde kılınmamış olan namazların kazâ edilemeyeceğini, günahından kurtulmak için tövbe etmek gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu bilginler, aynı şekilde uyuma ve unutma mazereti sebebiyle vaktinde kılınamamış bir namazın hatırlanıldığında eda niyetiyle kılınacağını belirtmişlerdir. Esasen niyet ederken hangi farz namazın kılındığının belirlenmesi tayin şart olmakla birlikte, eda veya kazâ şeklinde bir belirleme yapmak gerekli değildir. Çünkü kazâya kalmış bir namaz, eda niyetiyle kazâ edilebileceği gibi, henüz vakti çıkmamış bir namaz da kazâ niyetiyle eda sadece beş vakit farz namaz ve bir de vitir namazı için söz konusudur. Cuma ve bayram namazları ve sünnet namazlar kazâ Beş Vakit Namazın Vakitleri1. Sabah Namazının Vakti. Fecr-i sâdık da denilen ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına, daha doğrusu güneşin doğmasından az önceye kadar olan süre sabah namazının vaktidir. Fecr-i sâdık, sabaha karşı doğu ufkunda tan yeri boyunca genişleyerek yayılan bir aydınlıktır. Bu ikinci fecre fıkıh literatüründe “enlemesine beyazlık” anlamında “beyâz-ı müsta`razî” denilir. Bu andan itibaren yatsı namazının vakti çıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur. Bu vakit aynı zamanda, sahurun sona erip orucun başlaması imsak kâzib de denilen birinci fecir ise, sabaha karşı doğuda tan yerinde ufuktan göğe doğru dikey olarak yükselen, piramit şeklinde, akçıl ve donuk bir beyazlıktır. Fıkıh literatüründe buna uzayıp giden beyazlık anlamında “beyâz-ı müstetîl” de denilir. Bu geçici beyazlıktan sonra, yine kısa bir süre karanlık basar ve bunun ardından da ufukta yatay olarak boydan boya uzanan, giderek genişleyip yayılan fecr-i sâdık aydınlığı namazının ortalık aydınlandıktan sonra kılınması isfâr müstehaptır. Bu aydınlığın ölçüsü, atılan okun düştüğü yerin görülebileceği ölçüde bir aydınlıktır. Bununla birlikte, kılınan namazın fâsid olup yeniden kılınmasının gerekebileceği ihtimaline binaen, güneşin doğuşundan önce namazı yeniden kılabilecek bir sürenin bırakılması gerekir. Sadece kurban bayramının ilk günü Müzdelife’de bulunan hacıların o günün sabah namazını, ikinci fecir doğar doğmaz, ortalık henüz karanlıkça iken taglîs kılmaları daha faziletlidir. Diğer üç mezhebe göre ise, sabah namazını her zaman bu şekilde erken kılmak daha faziletlidir fecir hakkında bk. Tecrîd-i Sarih Tercümesi, II, 586-588.2. Öğle Namazının Vakti. Öğle namazının vakti, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’ye göre, zeval vaktinden yani güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru kaymasından itibaren başlar ve güneş tam tepedeyken eşyanın yere düşen gölge uzunluğu fey-i zevâl hariç, her şeyin gölgesi kendisinin iki misline ulaşacağı zamana kadar devam eder. Bu zamana “asr-ı sânî” denir. Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer üç mezhep imamına göre ise, öğle namazının vakti zeval vaktinden, her şeyin gölgesi, fey-i zevâl hariç, kendisinin bir misline ulaştığı ana kadardır. Her şeyin gölgesi, fey-i zevâl hariç, kendisinin bir misline çıktığı zaman, öğle namazının vakti çıkmış, ikindi namazının vakti girmiş olur. Bu zamana “asr-ı evvel” denir. Bir cismin gölge uzunluğunun, kendi uzunluğuna veya kendi uzunluğunun iki katına ulaşıp ulaşmadığı hesaplanırken, güneşin tam tepe noktada iken cismin yere düşen gölge uzunluğu fey-i zevâl hariç tutulur, yani toplam uzunluğa dahil edilmez. Söz gelimi, yere dikilen 1 m. uzunluğundaki çıtanın güneş tam tepedeyken yere düşen gölgesinin uzunluğu, ki buna fey-i zevâl denir, yarım metre olsun. Bu durumda çıtanın yere düşen gölge uzunluğu m. olduğu zaman, gölgesinin uzunluğu kendi uzunluğu kadar bir misli olmuş olur. Çıtanın gölge uzunluğu metreye ulaşırsa, kendi uzunluğunun iki misline ulaşmış ihtilâftan kurtulmak için, öğle namazını her şeyin gölgesi, fey-i zevâl dışında, gölgesi bir misli olana kadar geciktirmemek; ikindi namazını da her şeyin gölgesi, fey-i zevâl dışında, iki misli olmadıkça kılmamak kullanımda gündüz denilince, güneşin doğmasından batmasına kadar olan süre anlaşılır örfî gündüz. Fakat şer`î bakış açısından ise gündüz, fecr-i sâdıktan güneşin batmasına kadar olan süredir şer`î gündüz. Şer`î gündüz örfî gündüzden daha uzun bir süredir. Öğle namazının vakti, güneşin tepe noktasını geçip batıya doğru kaymasından itibaren başlar. Güneşin tepe noktasını geçmesine “zeval” denilir. Zeval, örfî gündüzün tam ortasına denk gelir. Meselâ örfî gündüz on saat ise, bu sürenin yarısı beş saat zeval vaktidir ve güneş görünüşe göre gökteki yarı yolu katetmiş olur. Şimdiye kadar her şeyin gölgesi doğudan batıya doğru düşmekte iken, bundan sonra batıdan doğuya doğru düşmeye başlar. İşte güneşin tam bu yarı yola geldiği anda yere düşen gölgesine “zeval anındaki gölge” anlamında “fey-i zevâl” denir. Fey-i zevâlin yönü ve uzunluğu bölgenin ekvatordan uzaklığına, kuzey veya güney yarıkürede oluşuna göre değişir. Bu anda yere dikilen 1 m. uzunluğundaki bir şeyin gölgesi, meselâ yarım metre olsun, fey-i zevâldir. Bu andan itibaren o şeyin gölgesi, fey-i zevâle ilâveten 2 metreye ulaşınca, yani m. olunca, asr-ı sânî olmuş, İmâm-ı Âzam’a göre öğle vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş zeval vaktinde namaz kılınmaz. Namaz kılınması câiz olmayan bu vakit, çok kısa süren bir ana mı mahsustur, yoksa bu anın biraz öncesinden mi başlar? Bir görüşe göre bu hususta örfî gündüz esas alınır. Buna göre tam zeval vaktine, gündüzün bu ana kadar geçen süresi ile geri kalan süresinin birbirine eşitliği anlamına gelmek üzere “istivâ vakti” denir ki, güneş sanki herkesin başının üzerindeymiş gibi görünür. İşte namaz kılmanın câiz olmadığı vakit bu andır. Diğer görüşe göre ise, bu hususta şer`î gündüz esas alınır. Şer`î gündüzde ise, gündüz güneşin doğması ile değil, fecr-i sâdıkın doğması ile başladığı için istivâ vakti, zeval vaktinden biraz önceye denk gelir. Bu bakışa göre kerahet vakti, istivâ vakti ile zeval vakti arasındaki namazının vakti de tam öğle namazının vakti İkindi Namazının Vakti. İkindi namazının vakti, öğle namazının vaktinin çıkmasından güneşin batmasına kadar olan süredir. Öğle namazının vaktinin ne zaman sona erdiği konusundaki görüş ayrılığına göre söylenecek olursa, ikindi namazının vakti, Ebû Hanîfe’ye göre her şeyin gölge uzunluğu, kendi uzunluğunun iki katına çıktığı andan itibaren, diğerlerine göre ise bir katına çaktığı andan itibaren Akşam Namazının Vakti. Akşam namazının vakti güneşin batmasıyla başlar, şafağın kaybolacağı zamana kadar İmâm-ı Âzam’a göre akşamleyin ufuktaki kızıllıktan/kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktan ibarettir. Ebû Yûsuf, Muhammed ve diğer üç mezhebin imamına göre şafak, ufukta meydana gelen kızıllıktır. Ebû Hanîfe’nin bu görüşte olduğu rivayeti de vardır. Bu kızıllık kaybolunca akşam namazının vakti çıkmış namazının vakti dar olduğu için, bu namazı ilk vaktinde kılmak müstehaptır. Ufuktaki kızıllığın kaybolmasına kadar geciktirmek uygun Yatsı Namazının Vakti. Yatsı namazının vakti, şafağın kaybolmasından yani akşam namazı vaktinin çıkmasından itibaren başlar, ikinci fecrin doğmasına kadar devam Müstehap VakitlerHer vaktin namazı, kendisi için belirlenmiş olan vaktin hangi parçasında kılınırsa kılınsın vaktinde kılınmış olur. Farz namazları vaktin ilk girdiği anda kılmak efdaldir. Nitekim Hz. Peygamber “Vaktin evveli, Allah’ın hoşnutluğudur, vaktin sonu ise affıdır” Tirmizî, “Mevâkýt”, 13 buyurmuştur. Fakat namazın ilk vaktinden sonraya bırakılmasında bir fazilet varsa bu takdirde vaktin sonuna bırakılabilir. Hz. Peygamber, sabah namazının ortalık biraz aydınlıkça iken kılınmasının daha faziletli olduğunu belirttiği için, sabah namazının vaktin ilk kısmında değil son kısmında kılınması isfâr Hanefîler’ce daha faziletli kabul edilmiştir. Fakat sonrasında vakfe yapılacağı için Müzdelife’de kılınan sabah namazının, vaktin evvelinde kılınması taglîs daha uygun ve bölgelerde, yaz günlerinde, öğle namazını geciktirip serinlikte kılmak ibrâd efdaldir. İkindi namazını, güneşin gözü kamaştırmayacak duruma gelmesinden önceki vakte kadar geciktirmek efdal, gözü kamaştırmayacak hale gelmesine kadar geciktirmek tahrîmen namazını her zaman ilk vaktinde, yani vakti girer girmez kılmak efdaldir. Yatsı namazını gecenin ilk üçte birine kadar geciktirmek efdaldir. Uyanacağına güvenen kişiler için, vitir namazını fecrin doğmasına yakın bir zamanda kılmak Mekruh VakitlerFarz namazlar için müstehap vakitler olduğu gibi, genel olarak namaz kılmak için uygun olmayan, yani namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler de vardır. Mekruh vakitler iki kısımdır. Bir kısmında hiçbir namaz kılınmaz, bir kısmında ise özellikle nâfile namaz kılınmaz, kazâ namazı namazın kılınamayacağı üç mekruh vakit şunlardır1. Güneşin doğmasından yükselmesine kadar olan zaman şürûk zamanı ki bu yaklaşık 40-45 dakika civarındadır.2. Güneşin tam tepe noktasında olduğu zaman vakt-i istivâ.3. Güneşin batma zamanı gurûb. Gurup vakti, güneşin sararıp veya kızarıp artık gözleri kırpıştırmadan rahatlıkla bakılacak hale geldiği vakittir. Bu vakitte sadece, o günün ikindi namazının farzı namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler1. Fecrin doğmasından sonra sabah namazının sünneti dışında nâfile namaz Sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğuncaya kadar,3. İkindi namazını kıldıktan sonra güneş batıncaya kadar,4. Akşam namazının farzından önce,5. Bayram namazlarından önce, ne evde ne camide,6. Bayram namazlarından sonra, camide,7. Arafat ve Müzdelife cem`leri arasında,8. Farz namazın vaktinin daralması durumunda,9. Farza durulmak üzere kamet getirilirken Sabah namazının sünneti bundan müstesnadır.10. Cuma günü hatibin minbere çıkmasından cuma namazı sona erinceye kadar nâfile namaz Kutuplarda NamazVakit namazın şartı olduğu gibi, namazın vâcip olmasının da sebebidir. Buna göre bir bölgede namaz vakitlerinden biri veya ikisi gerçekleşmiyorsa o vakitlere ait namazların, o bölge halkına farz olmaması gerekir. Diyelim ki bazı yerlerde senenin bir mevsiminde daha şafak kaybolmadan fecir doğarak sabah namazının vakti girmektedir. Bu durumda orada yatsı namazının vakti gerçekleşmeyeceği için, yatsı namazı kılmak gerekmez. Fakat meselenin özü üzerinde düşünen mudakkik fakihlere göre vakit, namazın bir şartı, sebebi ve alâmeti olsa da, namazın asıl sebebi ilâhî hitaptır. Bütün müslümanlar beş vakit namaz ile mükelleftirler. Bu sebeple bir bölgede herhangi bir namazın vakti gerçekleşmiyorsa veya tam olarak belirlenemiyorsa orada yaşayanlar, namaz vakitleri tam olarak belirlenebilen en yakın bölgedeki namaz vakitlerine göre bir takdir ve belirleme yaparak namazlarını kılarlar. Aynı şekilde güneşi uzun bir müddet batmayan veya doğmayan yerlerde en yakın bölgeye itibar edilmesi gerekir. Nitekim bu bölgelerde yaşayan insanlar günlük hayatlarını da güneşe göre değil 24 saatlik bir zaman dilimine göre NiyetNiyet “azmetmek, kesin olarak irade etmek, kastetmek” demektir. Daha açık bir ifadeyle kalbin bir şeye karar vermesi, hangi işin ne için yapıldığının açıklıkla farkında olunması demektir. Namaz hususunda niyet Allah için safiyetle namaz kılmayı istemek ve hangi namazın kılınacağını geçerli olması için niyetin gerekli olduğunda İslâm bilginleri ittifak etmişlerdir. Ancak çoğunluk bunu sıhhat şartı sayarken, Şâfiîler ve bazı Mâlikîler rükün kalp ile yapılması esas olup dil ile söylenmesi şart değildir. Bununla birlikte ayrıca dil ile de söylenmesi daha iyi olur ve bu tarzda niyet, çoğunluğa göre müstehaptır. Kalpten geçirilen ile dil ile söylenen birbirine uymuyor ise, kalpten geçirilene itibar edilir. Mâlikîler’e göre ise dil ile söylenmesi câiz ise de söylenmemesi daha mezhebine göre farz namazlar, vitir namazı, adak namazı ve bayram namazları için belirleme şarttır. Meselâ “bugünkü sabah namazına” diye niyet edilir. Fakat vakit içerisinde, o vaktin hangi vakit olduğunu bilmek kaydıyla “bu vaktin farzını kılmaya” diye niyet edilmesi de yeterlidir. Fakat cuma namazında, vaktin namazına niyet etmek yeterli olmaz, çünkü vakit cuma vakti değil, öğle namazının namazlar için “falanca namazın ilk sünnetini veya son sünnetini kılmaya niyet ettim” diye niyet edilir. Bununla birlikte, ister müekked isterse gayr-i müekked olsun nâfile namazlarda, “falanca namazın sünnetini” diye bir belirleme yapmak şart değildir; sadece namaz kılmaya niyet edilmesi yeterlidir, fakat belirleme yapılması daha iyi olur. Özellikle teravih namazı kılarken, “teravih namazına” veya “vaktin sünnetine” diye niyet edilmesi daha ihtiyatlı bir tutum olur. Cemaate yetişip de imamın farzı mı yoksa teravihi mi kıldırdığını bilmeyen bir kimse, farza niyet ederek imama uyar. Eğer imam farzı kıldırmakta ise, uyan kişinin farzı sahih olur; imam teravihi kıldırmakta imişse, uyan kişinin kıldığı namaz nâfile olur, fakat yatsının farzından önce olduğu için teravih namazı yerine ederken hangi farz namazın kılındığının belirlenmesi tayin şart olmakla birlikte, eda veya kazâ şeklinde bir belirleme yapmak gerekli değildir. Çünkü kazâya kalmış bir namaz, eda niyetiyle kazâ edilebileceği gibi, henüz vakti çıkmamış bir namaz da kazâ niyetiyle eda namaz kılınması halinde imama uymaya da niyet edilmesi gerekir. Fakat imamın, imamlığa niyet etmesi şart değildir. Arkada kadın cemaat bulunması halinde, kadınların iktidâsının sahih olabilmesi için imamın onlara imam olmaya niyet etmesi gerektiği Zamanı. Niyetin iftitah tekbiriyle birlikte yapılması efdaldir. Fakat niyet ile tekbir arasında namaz ile bağdaşmayacak bir iş bulunmaması şartıyla, tekbirden önce de niyet edilebilir. Tekbir alındıktan sonra yapılan niyet çoğunluk tarafından kabul edilen görüşe göre geçerli olmaz. Diğer bir görüşe göre Sübhâneke’den veya eûzüden önce edilen niyet ile namaz geçerli olur. Öteki mezhepler niyet ile tekbirin yakın olmasına önem vermişlerdir. Özellikle Şâfiî mezhebinde niyetin hemen tekbirden önce veya tekbirle birlikte yapılması başlarken yapılan niyetin namaz sonuna kadar hatırlanması şart değildir. Bu bakımdan bir kimse bir vaktin farz namazına niyet ederek namaza başlasa, daha sonra nâfile kılıyormuş gibi bir zan ile namazını tamamlasa, farz namazı kılmış NAMAZIN RÜKÜNLERİ1. İftitah Tekbiriİftitah “başlamak, kapıyı açıp girmek” anlamındadır. İftitah tekbiri tahrîme, namaza başlarken alınan tekbir olup “Allahüekber” cümlesini söylemektir. İftitah tekbiri, bütün mezhep imamlarına göre farz olmakla birlikte Hanefî imamlar bunu rükün değil şart olarak, diğer üç mezhep imamı ise rükün olarak değerlendirmiştir. İftitah tekbiri Hanefî mezhebinde rükün değil şart olmakla birlikte, rükünlere çok yakın oluşu sebebiyle bir rükün gibi değerlendirilmesi ve rükünler arasında ele alınması yanlış tekbirinin şart veya rükün kabul edilmesi şeklindeki görüş ayrılığının pratik sonucu şudur Bir kimsenin setr-i avret, necâsetten tahâret veya istikbâl-i kıble şartını, iftitah tekbirinden sonra yerine getirmesi durumunda kıldığı namaz, iftitah tekbirini şart sayanlara göre geçerli, rükün sayanlara göre ise geçersizdir. Söz gelimi kolu başı açık olarak tekbir alıp namaza duran bir kadın iftitah tekbirinden sonra kolunu başını örtse Hanefî imamlara göre namazı geçerli, ötekilere göre ve söylemekte güçlük çekmeyen kişi iftitah tekbirinde Allahüekber demelidir. Allah’ı yüceltme, O’nun büyüklüğünü ikrar anlamı taşıyan “Allahü kebîr”, “Allahü azîm” gibi başka sözlerle tekbir alındığında, farz yerine gelmiş olur. Fakat “estağfirullah” Allah’tan bağışlanmak dilerim veya “bismillah” gibi dua anlamı taşıyan ifadelerle tekbir alınacak olursa farz yerine gelmiş olmaz. Yine bir kimse Arapça dışında bir dilde tekbir getirecek olsa, Ebû Hanîfe’ye göre bu da Peygamber’in tekbir alırken ellerini omuz hizasına kadar kaldırdığına dair rivayet bulunduğu gibi, kulak hizasına veya kulaklarının üstü hizasına kadar kaldırdığına dair rivayetler de vardır. Bu rivayetlerin birleştirilmesi durumunda, tekbir alırken başı hafifçe öne eğerek başparmak kulak memesine değecek şekilde elleri kaldırmanın uygun olduğu cümlesinde “Allah” kelimesinin ilk harfi olan A harfini uzatarak “Âllah” yahut “Aallah” veya “Eallah” diye tekrarlayarak okumak câiz değildir. Bu şekilde okumak mânayı bozacağı için, farz yerine getirilmemiş ve namaz geçersiz uymak üzere ayakta alınan iftitah tekbirinin tamamen kıyam halinde alınması şarttır. Buna göre, rükû halinde bulunan imama uyacak olan kimse, kıyam halinde Allah deyip, ekber lafzını rükûa vardıktan sonra diyecek olsa, imama uyması sahih KıyamKıyam “doğrulmak, dikelmek, ayakta durmak” demektir. Namazı oluşturan ana unsurlardan biri olarak kıyam, iftitah tekbiri ve her rek`atta Kur’an’dan okunması gerekli asgari miktarı okuyacak kadar bir süre ayakta durmak anlamına ve vâcip namazlarda ve Hanefî mezhebinde benimsenen görüşe göre sabah namazının sünnetinde kıyam bir rükündür. Gücü yeten kişi bu rüknü yerine getirmeden, meselâ oturarak farz veya vâcip bir namaz kılarsa namazı geçerli olmaz. Yine bir kimse, çekiliverse düşeceği bir tarzda, duvara veya bastona yaslanarak namaz kılacak olursa, namazı geçersiz olur. Nâfile namazlarda ise kişi, ayakta durmaya gücü yettiği halde oturarak da namaz veya ayakta durmaya gücü yetmeyen kişiden kıyam vecîbesi düşer. Bu kişi oturmaya güç yetiriyorsa, namazı oturarak kılar. Bu durumda oturma, o kişi için hükmen kıyam yerine geçer. Oturmaya da gücü yetmiyorsa nasıl kılabiliyorsa öyle, uzanarak veya ima ederek KıraatSözlükte “okumak” anlamına gelen kıraat, “Kur’an okumak” demektir. Namazda bir miktar Kur’an okumak gerekir. Namazda Kur’an, kıyam halinde iken yani ayakta dururken okunur. Namazda okunması gereken asgari miktar, kısa üç âyet veya buna denk bir uzun âyettir. Namazın asıl iskeletini oluşturan ve biçimini veren kıyam, rükû ve secde gibi rükünlere nisbetle kıraat, namazın zâit rüknü olarak kabul edilir. Bu yüzden, kıyam, rükû, secde ve son oturuş, gerek cemaatle namaz kılarken gerekse tek başına namaz kılarken terkedilmediği halde, kıraat, imama uyan kişiden nâfile namazların, vitir namazının ve iki rek`atlı namazların bütün rek`atlarında, dört veya üç rek`atlı farz namazların ise herhangi iki rek`atında olması farzdır. Kıraatin ilk iki rek`atta olması ise vâciptir. İkinci rek`attan sonraki rek`at veya rek`atlarda Fâtiha sûresini okumak Hanefî imamlardan yapılan bir rivayete göre vâcip, diğer bir rivayete göre ise farz namazların ilk iki rek`atı dışında Fâtiha sûresinin okunmasını sünnet kabul etmeleri, farz namazları iki rek`at esası üzerine değerlendirmelerinin bir sonucudur. Seferde dört rekatlı namazların kısaltılıp iki rek`at olarak kılınması gerektiğindeki ısrarlarının da bu noktayla ilgisi konusundaki bu kurallar, Hanefî mezhebinde, imam olan için ve tek başına kılan için söz konusudur. İmama uyan kişinin kıraat yükümlülüğü yoktur; kılınan namaz açıktan cehrî, âşikâre okunan namaz ise imamı dinler, değilse üç mezhepte ise kıraatin asgari miktarı her rek`atta Fâtiha sûresinin okunmasıdır. İlk iki rek`atta Fâtiha’dan sonra Kur’an’dan bir sûre veya birkaç âyet daha okumak zamm-ı sûre sünnettir. Bu mezheplerde kıraat, imam ve yalnız başına kılan için olduğu gibi imama uyan için de geçerlidir. Şu var ki imama uyan kişi, sessiz namazda Fâtiha’yı ve ardından eklenecek bir sûreyi, sesli namazda ise Şâfiîler’e göre sadece Fâtiha’yı okur; Mâlikî ve Hanbelîler’e göre bir şey okumayıp sadece dinler. Ahmed b. Hanbel’e göre, tercihen hem dinlemeli, hem de imam ara verdiğinde Şâfiî mezhebine göre Fâtiha sûresinden bir âyet olduğu için, besmelenin okunması da kıraat vecîbesinin bir parçasıdır, yani namazın Kur’an Meâliyle KıraatFakihlerin namazda kıraat rüknünü diğer rükünlerden daha hafif tuttuğu, bunun yerine getirilmesinde âzami kolaylıklar gösterdiği, hatta bazan imama uyan kimsede olduğu gibi bunu aramadığı görülür. Bunun için de kıraat rüknünün ifası için bir âyetin okunması yeterli görülmüş, böylece Arapça bilmeyenlerin veya telaffuzda zorlananların da yerine getirebileceği ortalama bir ölçü konulmuştur. On dört asırlık İslâm geleneği içinde, namazda kıraatın ana dille olması taleplerinin ve bunu konu olan tar-tışmaların ciddi ölçekte gündeme gelmeyişi de bu kolaylıktan namazda farz olması, Kur’an’ın tanımında mâna ve lafız ayırımını veya böyle bir ayırımın yapılıp yapılamayacağını da gündeme getirmiştir. Fakihlerin çoğunluğu böyle bir ayırıma gerek görmezken Ebû Hanîfe’nin Kur’an tanımında mânaya öncelik verdiği, lafzı da bu anlamın kalıpları olarak gördüğü bilinmektedir. Ancak bu tartışma namazdaki kıraat rüknünün ifa şekline ilişkin olup, bütün fakihlere ve İslâm bilginlerine göre ibadetin biçimi haricinde , Kur’an’ın anlamının öncelikli olduğu, onu okumaktan ziyade anlamanın ve içeriğiyle ilgili tefekkürün ana gayeyi teşkil ettiği Hanîfe’den başka bütün müctehidlere göre Arapça ezberleyip okuyabilen kimselerin namazda Kur’an’ı asıl dilinden Kur’ân’dan okumaları farzdır. Hanefî mezhebine göre Arapça’ya dili dönmeyen veya ezberleyemeyen kimseler öğreninceye kadar namazda Kur’an’ı anlamını, meâlini kendi dil-lerinde okuyabilirler.“Zelletü’l-karî” bahsinde görüleceği üzere “Namazda, kıraat rüknü yerine getirilirken Kur’an’dan olmayan bir kelime okunursa namaz bozulur.”Namazda önemli olan ibadet şuurudur. Okuduğunun mânasını da bilmek ve namazda bunu düşünmek isteyenler, okuyacakları Kur’an’ın namazdan önce meâlini okurlar, mânasını buradan anlarlar, namazda Kur’an’ı asıl dilinden okurken bu mâna ve içerik üzerinde düşünebilirler. Ancak namazın şekli açısından daha önemli ve gerekli olan, mânayı anlamak ve düşünmek değil, ibadet bilinciyle belli bir biçim ve davranışın yerine getirilmesidir. Kaldı ki, dinî âyin ve törenlerin hemen bütün din ve inanışlarda belli bir sembolizm ve biçimsellik içerdiği bilinmektedir. Hatta ibadetin haz ve gizeminin biraz da bu biçimde saklandığı Gizli ve Açık Okumanın ÖlçüsüBir yazıyı hiç ses çıkarmadan ve dili dahi kıpırdatmadan okumak mümkündür ve buna Türkçe’de “içinden okumak veya sessiz okumak” denildiği gibi “gözüyle süzmek” de denilir. Ezberlenmiş herhangi bir metni meselâ bir şiiri dili hareket ettirmeden ve ses çıkarmadan tekrarlamak ise “içinden okumak” olarak adlandırılmaz, belki “içinden geçirmek, zihinden tekrar etmek” denir; fakat anlam olarak içinden okumaya yakındır. Bir yazıyı fısıltı ile kendisi veya yakınında bulunanların duyabileceği bir tonla okumaya “alçak sesle okumak”, bu şekilde bir iki kişinin duyabileceği bir sesle konuşmaya ise “fısıldamak, fısıltı ile konuşmak, alçak sesle konuşmak” kıraatin cehrî yapılmasının anlamı, başkalarının duyacağı ses tonuyla okumak demektir. Buna açıktan okumak veya yüksek sesle okumak denilmektedir. Kur’ân’ı açıktan okumanın anlamı belli olduğu için bu konuda görüş ayrılığı olmamıştır. Fakat hafî okuyuşun anlamı ve tanımlanması konusunda farklı görüşler ezberlenmiş olan Fâtiha sûresinin ve diğer sûrelerin namazda dili kıpırdatmaksızın ve ses çıkarmaksızın zihinden tekrarlanmasını okuma kıraat saymamışlardır; yani böyle yapmakla, namazın rüknü olan kıraatin yerine getirilmiş olmayacağını söylemişlerdir. Hiç ses çıkarmamakla birlikte harfleri diliyle düzeltmenin okuma sayılıp sayılmayacağı ise tartışmalıdır. Dilin hareketinin okuma sayılmayacağını söyleyenlere göre kendi duyabileceği bir sesle, fısıldar gibi, harfleri yerlerinden çıkartmak ve niteliklerini uygulamak suretiyle kıraat etmek en doğrusudur. Kimi âlimler ise, ezberdeki bir sûreyi ses çıkarmadan fakat dili hareket ettirerek tekrarlamanın okuma sayılacağını söylemişlerdir. Bu konuda kesin bir ölçü getirmek zor olduğu için namaz kılan kişi, kendisi hangi durumda daha fazla huşû ve kalp huzuru duyuyorsa o şekilde davranmalı; başkalarıyla birlikte toplu olarak namaz kılınan yerlerde başkalarının huşû ve kalp huzurunu ihlâl edecek şekildeki okumalardan kaçınmalıdır. Genellikle açıktan okumanın alt sınırı, bir başkasının işitebileceği derecede yüksek sesle okumak şeklinde, gizli okumanın üst sınırı ise en fazla kendi işiteceği şekilde sesle okumanın tarifi yapılırken, dayanılan gerekçelerden biri “Velâ techer bi salâtike velâ tuhâfit bihâ vebtaği beyne zâlike sebîlâ” el-İsrâ 17/110 âyetidir. İçinde geçen “salât” kelimesine iki farklı anlam verildiği için bu âyet iki farklı şekilde anlaşılmaya müsaittir. Kimileri âyette geçen salât kelimesine kıraat Kur’an okuma, kimileri de dua anlamı vermişlerdir. Her iki anlamı destekleyen rivayetler de bulunmaktadır. Âyete verilen birinci anlam “Kur’an okurken sesini yükseltme, tamamen de kısma; bu ikisi arasında bir yol tut” şeklindedir. Bu anlamı destekleyen rivayet İbn Abbas’tan gelmektedir. İbn Abbas’ın ifadesine göre, Hz. Peygamber yüksek sesle Kur’an okuyordu. Bunu duyan kâfirlerin, Kur’an’a, onu getirene, gönderene ve Kur’an’ın geldiği kişiye sövmeleri üzerine Hz. Peygamber hiç kimse duymayacak derecede sesini kıstı. Bunun üzerine yukarıdaki âyet indi Buhârî, “Tefsîr”, 17, 14/V, 229.Âyete verilen ikinci anlam “Dua ederken sesini yükseltme, tamamen de kısma. Bu ikisi arasında bir yol tut” şeklindedir. Bu anlamı destekleyen husus Hz. Âişe’nin, âyette geçen salât kelimesini dua olarak açıklamış olmasıdır Buhârî, V, 229; Müslim, “Salât”, 31/I, 329-330. Salât kelimesinin Kur’an’da, Hz. Peygamber’in sözlerinde ve Arap dilinde hiçbir şekilde kıraat anlamına gelecek biçimde kullanılmayıp “dua” anlamında kullanıldığı, ayrıca âyetin baş tarafında “De ki İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangi isimle dua etseniz, en güzel isimler O’nundur” denilerek dua etmenin emredildiği veya duadan bahsedildiği dikkate alınınca bu ikinci anlamın daha uygun olduğu Zelletü’l-karîNamazda kıraat ederken her rek`atta okunan Fâtiha sûresinin ve arkasından eklenmek üzere birkaç sûrenin iyi ezberlenmesi ve okuyuşlarda titiz davranılması gerekeceği bellidir. Bununla birlikte Kur’an okurken çeşitli sebeplerle okuma hatası yapılabilir. Bu okuyuş hataları ve dil sürçmesi fıkıh terminolojisinde “zelletü’l-karî” olarak adlandırılır. Okuyuş hatası, Arap olan olmayan herkes için söz konusu olabilir. Arapça bilmeyenler için ayrıca telaffuz ve hareke problemi de söz konusudur. Âlimler okuyuşta yapılan hataların, kıraat şartının yerine gelip gelmediğine, dolayısıyla namazın sahih olup olmadığına etkisi üzerinde düşünmüş ve bunun için birtakım ölçüler getirmişlerdir. Fakat getirilen ölçü daha ziyade anlamın bozulması, değiştirilen kelimenin Kur’an’da olup olmaması gibi, yine Arapça bilmeyen kişilerin tam olarak farkına varamayacağı teknik hususiyetler içerdiği için Arapça ile meşgul olmamış kişiler açısından bu bilgi ve ölçülerin fazla pratik değeri yoktur. Bu bakımdan, bu ölçülere genel olarak işaret edip, sıklıkla karşılaşılabilecek bazı durumlara ilişkin hükümlere işaret etmeyi yeterli Namazın rükünlerinden biri olan kıraati ifa ederken Kur’an’ın bir kelimesinin dahi anlam bozulacak şekilde kasten değiştirilmesi halinde namaz bozulur. Kasıtsız olarak yanlışlık yapmak durumunda esas alınacak ölçü, değiştirilen lafzın Kur’an lafızlarından olup olmadığına bakılmasıdır. Eğer Kur’an lafızlarından olmayan bir lafız okunmuş olursa namaz bozulur. Okunan şey Kur’an lafızlarından olduğu sürece zabt ve i`rabında ve mânada bir bozukluk halel olsa bile namaz fâsid olmaz. Yine kelime sonlarındaki hareke yanlışları, anlamı değiştirse bile namaz Bir harf yerine başka bir harf okumak Bu harfler sin ve sad harfi gibi mahreç yakınlığı bulunan harflerden ise namaz bozulmaz. Meselâ, “Allahü’s-samed” diyecek yerde “Allâhü’s-semed” demek “felâ takher” diyecek yerde “felâ tekher” demek, “fethun karîb” diyecek yerde “fethun garîb” demek namazı bozmaz. Fakat âlimlerin çoğunluğu “Allahü ehad” yerine “Allahü ehat” okumanın namazı bozacağı görüşünde oldukları için, İhlâs sûresini okurken “dâl” harfini, “te” gibi okumamaya dikkat etmek Mahreç yakınlığı olmamakla birlikte bazı harfler yaygın olarak karıştırıldığı için ayırt etme zorluğu bulunan bu çeşit harflerin birbiri yerine geçirilmesi durumunda birçok fakihe göre namaz bozulmaz. Meselâ “dât” yerine “dâl”, “zâl” veya “zı” harfinin okunması Şeddeli harfi şeddesiz veya şeddesiz harfi şeddeli, uzun okunacak yerde kısa veya kısa okunacak yerde uzun, idgam yapılacak yerde idgamsız veya idgam yapılmayacak yerde idgam yaparak okumakla namaz bozulmaz. Meselâ “iyyâke na`büdü” diyecek yerde “iyâke na`büdü” demekle namaz Kelimenin bir parçası kesilse, meselâ “el-hamdü?” diyecekken, unutmak veya nefesi yetmemek veya nefesi bir sebeple tıkanmaktan dolayı, “el?” deyip, durduktan sonra “el-hamdü?” denilse veya okunacak kelime hatıra gelmeyip başka bir kelimeye geçilse çoğunluğa göre namaz bozulmaz. Çünkü bu durumlarda zaruret ve kaçınılması mümkün olmayan bir durum umûm-ı belvâ Eğer âyete bir harf ilâve edilse, mâna değişmiyorsa namaz bozulmaz. Buna mukabil, “Allahüekber” ifadesinin başına bir “e” harfi eklenecek olsa, anlam bütünüyle değişeceği ve inanç noktasından riskli bir anlam çıkacağı için namaz bozulur. Çünkü “Allahüekber” sözünün anlamı, “Allah en büyüktür” şeklinde olup başına “e” harfi eklendiği zaman “Allah en büyük müdür?” şekline Anlam bozulmadığı takdirde kelimelerin yerinin değişmesiyle namaz bozulmaz. Meselâ “fîhâ zefîrun ve şehîkun” yerine “fîhâ şehîkun ve zefîrun” okunmasıyla namaz bozulmaz. Fakat anlam değişirse namaz Bir kimse namazda fâhiş hata ile okuduktan sonra, dönüp yeniden düzgün şekilde okursa namazı câiz Kıraat esnasında az veya çok miktarda âyet atlamakla namaz ve Hanbelîler’e göre Fâtiha dışındaki okuyuşlarda kasıtlı olmamak şartıyla meydana gelen hata sebebiyle namaz bozulmaz. Bu bakımdan, özellikle Fâtiha’yı hatasız öğrenmeye, doğru ezberleyip doğru okumaya çalışmak iyi RükûRükû sözlükte “eğilmek” anlamına gelir. Namazın ana unsurlarından olan rükû, eller dizlere erecek şekilde öne doğru eğilmek demektir. Hz. Peygamber’in uygulamasına en uygun rükû şekli, sırt ve baş düz bir satıh oluşturacak biçimde eğilmektir. Tarif edilen bu rükû duruşunda bir müddet beklemek tuma’nîne ve yine rükûdan doğrulup, secdeye varmadan önce uzuvları sakin oluncaya değin bir süre kıyam vaziyetinde beklemek kavme ta`dîl-i erkânın birer parçası olduğundan, Ebû Yûsuf’a ve Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe göre tuma’nîne ve kavme farzdır. Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre ise vâciptir. Bu tume’nîne ve kavme süresinin asgari ölçüsü “sübhânellâhi’l-azîm” diyecek kadar SecdeSecde sözlükte “itaat, teslimiyet ve tevazu içinde eğilmek, yere kapanmak, yüzü yere sürmek” anlamına gelir. Namazın her rek`atında belirli uzuvları yere veya yere bitişik bir mahalle koyarak iki defa yere kapanmak namazın rükünlerindendir. Hz. Peygamber’in uygulamasına en uygun secde yüz, eller, dizler ve ayak parmaklarının üzerine olmak üzere yedi uzuv üzerinde yapılanıdır. Bununla birlikte bunlardan bir kısmı ile yetinildiğinde secdenin geçerli olup olmayacağı konusunda mezhepler arasında farklılıklar vardır. Hanefî mezhebinde farz olan, alnın ve ayakların hiç değilse bir ayağın yere dayanmasıdır. Burnun konması vâcip, ellerin ve dizlerin konması ise sünnettir. Tercih edilen görüşe göre, bir ayağın sadece bir parmağını veya sadece üstünü yere koymak yeterli değildir. Yine bir mazeret özür yokken alnı yere değdirmeden sadece burun üzerine secde yeterli Züfer ile Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde, yedi uzvun eller, ayaklar, dizler ve yüz her birinin bir kısmının yere değdirilmesi farzdır. Şâfiîler’e göre avuç içlerinin ve ayak parmaklarının alt taraflarının yere gelmesi gerekir. Mâlikî mezhebinde farz olan, secdenin alnın bir kısmı üzerinde yapılmasıdır. Özür sebebiyle bunu yapamayan ima ile secde eder. Sadece burnun üzerine secde edilmesi yeterli ve iki secde arasında bir miktar beklemek tume’nîne, rükûdaki tume’nînenin hükmüyle Ka`de-i AhîreKa`de-i ahîre “son oturuş” demektir. Namazın sonunda bir süre teşehhüt miktarı oturup beklemek namazın rükünlerindendir. İki rek`atlık namazlardaki oturuş, daha önce oturuş bulunmadığı için son oturuş oturuştaki süre Hanefîler’e göre “teşehhüt” miktarıdır. Teşehhüt miktarı ise, “Tahiyyât” duasını okuyacak kadar bir süredir. Şâfiî ve Hanbelîler’de ise farz olan oturuş süresi teşehhüt miktarına ilâveten bir de Hz. Peygamber’e salavat getirilebilecek “Allahümme salli alâ Muhammed” diyecek kadardır. Mâlikî mezhebine göre farz olan, hiç değilse selâm vermeye elverişli bir süre ibadetinin ana çatısını oluşturan şartlar ve rükünler bunlar olmakla birlikte, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ta`dîl-i erkân ve namazdan kendi fiili ile çıkmak da fakihlerin bir kısmına veya çoğunluğuna göre namazın farz veya vâcipleri arasında sayılır. Bu sebeple bu iki kavram hakkında burada bilgi verilmesi yerinde ErkânTa`dîl-i erkân, rükünleri düzgün, yerli yerinde ve düzenli yapmak demektir. Ta`dîl-i erkâna riayetin sonucunda rükünler şekil olarak düzgün ve kıvamında yerine getirilmiş olur. Böylece kişi namazını üstün körü değil, “dört başı mâmur” kılmış olur. Ta`dîl-i erkâna yakın anlamda kullanılan “tuma’nîne” kelimesi, yapılmakta olan rüküne hakkının verildiğine kanaat getirilmesi ve yapılan işin içe sinmesi halini ifade eder ki ta`dîl-i erkâna riayetin sonucudur. Ta`dîl-i erkân özellikle rükûda, rükûdan doğrulmada, secdede ve iki secde arasındaki oturuşta söz konusu mezhebi eserlerinde rükûda “tuma’nîne”nin, rükûdan doğrulduktan sonra bir süre ayakta beklemenin kavme ve iki secde arasında bir süre “sübhanellâhi’l-azîm” diyecek kadar oturarak beklemenin celse sünnet olduğu kaydedilmekle beraber kuvvetli görüşe göre bunlar ta`dîl-i erkânın birer boyutu olmak bakımından erkân, Ebû Yûsuf’a ve Hanefî mezhebi dışındaki üç mezhebe göre, ayrı bir rükün veya rüknün şartı olması itibariyle farzdır. Hanefî mezhebine göre Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre ise Kendi Fiili ile ÇıkmakEbû Hanîfe’ye göre namaz kılan kişinin, namazın sonunda kendi istek ve iradesiyle yaptığı bir fiil ile namazdan çıkması namazın rükünlerindendir. Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre ise teşehhüt miktarı oturmakla namaz rükünleri itibariyle tamamlanmış olur. Bu görüş ayrılığının ayrıntı sayılabilecek bazı fıkhî sonuçları vardır. Buna göre bir kimse ka`de-i ahîrede teşehhüt miktarı oturduktan sonra kendi isteği ile, namazla bağdaşmayacak bir fiil işlese, meselâ kendisine verilen selâmı almak veya hapşırana “çok yaşa” veya “yerhamükellâh” demek gibi bir şekilde konuşsa, her üç imama göre de namazı tamam sayılır. Fakat teşehhüt miktarı oturduktan sonra, kendi isteği dışında bir sebeple namazı bozulsa Ebû Yûsuf ve Muhammed’e göre bu kişinin namazı tamamdır, Ebû Hanîfe’ye göre ise tamam değildir. Hemen abdest alıp kendi istek ve iradesiyle ihtiyar namazdan çıkmazsa namazı geçersiz olur ve yeniden kılması gerekir. Yine son oturuşta, teşehhüt miktarı oturduktan sonra henüz kendi istek ve iradesiyle namazdan çıkmadan namaz vakti çıksa, bu kişinin namazı iki imama göre tamamdır. Ebû Hanîfe’ye göre ise ve Mâlikî mezheplerine göre namazdan çıkmak için birinci selâmın verilmesi; Hanbelî mezhebine göre de iki tarafa selâm verilmesi farzdır. Hanefî mezhebine göre ise selâm farz değil, Hz. Peygamber’in bazan teşehhüt miktarı oturduktan sonra, selâm vermeden arkadaşlarına dönerek konuşmak gibi bir fiille namazı tamamladığını bildiren rivayetleri dikkate alarak namazdan selâmla çıkmayı rükün NAMAZIN VÂCİPLERİNamazın vâciplerinden herhangi birinin terkedilmesi namazı bozmaz. Namazın vâciplerinden biri sehven terkedilmişse sehiv secdesi yapılması, eğer kasten terkedilmişse namazın iade edilmesi yani yeniden kılınması vâcip kavramı, diğer mezheplerde bulunmadığı için burada Hanefîler’in terminolojisine göre belirtilen vâciplerin bir kısmı, öteki mezheplerde farz sayılırken, bir kısmı sünnet sayılmaktadır. Farz olan bir şey terkedildiği zaman namaz fâsid geçersiz olur. Namazın vâciplerinden biri bilerek terkedildiği zaman namazı yeniden kılmak iade, bilmeyerek sehven terkedildiği zaman ise sehiv secdesi yapmak lâzım gelir. Sehiv secdesi yapılmadığı zaman ise, eksikliğin verdiği kerahete rağmen namaz borcu düşmüş vâcipleri şunlardır1. Namaza “Allahüekber” sözüyle başlamak. Bu, çoğunluğa göre Nafile ve vacip namazların her rek`atında, farz namazların ilk iki rek’atında Fâtiha sûresini okumak. Bu, çoğunluğa göre Farz namazların ilk iki rek`atında, vâcip ve nâfile namazların her rek`atında Fâtiha’dan sonra, Kur’an’dan kısa bir sûre veya buna denk düşecek bir veya birkaç âyet okumak zamm-ı sûre, Fâtiha’ya bir küçük sûre veya en küçük sûreye denk üç kısa âyet ya da üç kısa âyete denk bir uzun âyet eklemek vâciptir En küçük sûre Kevser sûresi [İnnâ a`taynâke’l-kevser] ve en kısa âyet “sümme nazar” âyetidir. Fâtiha’dan sonra bir sûre daha okumak çoğunluğa göre Farz olan kıraati ilk iki rek`atta yerine Fâtiha’yı, eklenecek sûreden önce Tek başına namaz kılarken öğle ve ikindi namazları ile gündüz kılınan nâfile namazlarda gizli okumak kırâat-i hafî yapmak. Gizli okumanın ölçüsü, sadece kendisinin duyabileceği kadar kısık bir sesle okumaktır. Sabah, akşam ve yatsı namazları ile gece kılacağı nâfile namazlarda kişi serbesttir; isterse sesli cehrî, isterse hafî alçak sesle Cemaatle kılınan namazda imam, sabah namazı ile akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek`atında sesli okumalıdır. Cuma namazında, bayram namazlarında, cemaatle kılınan teravih namazında, teravihten sonra cemaatle kılınan vitir namazında da imam kıraati yüksek sesle öğle ve ikindi namazlarının bütün rek`atlarında, akşam namazının üçüncü ve yatsı namazının son iki rek`atında kıraati hafî Secdede alın ile birlikte burnu da yere Üç ve dört rek`atlı namazlarda ikinci rek`atın sonunda oturmak ka`de-i ûlâ = ilk oturuş.10. Namazların gerek ilk, gerekse son oturuşunda teşehhütte bulunmak, yani Tahiyyât’ı Namazın sonunda sağ ve sol tarafa selâm vermek “es-Selâmü aleyküm ve rahmetullah” cümlesinin “es-Selâm” kısmını söylemek vâcip, “aleyküm ve rahmetullah” kısmını söylemek ise sünnettir.12. Farz olan fiillerin sırasına riayet etmek kıyamdan sonra rükûa gitmek, iki secdeyi peş peşe yapmak gibi.13. Farz olan fiili geciktirmemek. Meselâ, birinci oturuşta Tahiyyât’ı okuduktan sonra, “Allahümme salli alâ Muhammed” diyecek kadar bir süre bekledikten sonra üçüncü rek`ata kalkılacak olursa farz geciktirilmiş sayılır ve sehiv secdesi Vitir namazında Kunut duası okumak Ebû Hanîfe’ye göre vâcip, İmâmeyn’e Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed göre Ramazan ve kurban bayramı namazlarının her iki rek`atında ilâve zâit üçer tekbir almak bayram namazının ikinci rek`atında rükûa giderken tekbir almak da vâciptir. İkinci rek`atta getirilen ilâve tekbirler rükûdan hemen önce olduğu için bu rek`atta rükûa giderken alınan tekbir de vâcip sayılmıştır.16. Sehiv secdesi yapılmasını gerektiren bir fiilde bulunulmuşsa sehiv secdesi yapmak. Sehiv secdesinden sonra selâm vermek de Ta`dîl-i erkâna riayet etmek Ebû Yûsuf’a göre farz, Ebû Hanîfe ve Muhammed’e göre Namazdayken secde âyeti okunmuşsa tilâvet secdesi yapmak bk. Tilâvet Secdesi.
ŞAFİİLERE GÖRE NAFİLE SÜNNET NAMAZLAR Nefl lugatta fazlalık demektir. Istılahı anlamı ise 'vacip olmayan, fazladan ibadet’ demektir. Farz olmayan namazlara fazlalık mânâsını ifade eden nafile denilmiştir. Çünkü onlar, Allah'ın farz kıldığı ibadetlerden başka fazla olarak yapılan ibadetlerdir. Nafile, sünnet, mendub ve müstehab kelimeleri, eşanlamlı kelimelerdir. Nafile namazlar iki kısımdır. Bir kısmının cemaatle kılınması sünnettir. Bir kısmını ise cemaatle kılmak sünnet değildir. Cemaatle kılınması sünnet olmayan kısım da ikiye ayrılır 1. Farz namazlara tâbi olan nafileler 2. Farz namazlara tâbi olmayan nafileler Namazlara Tâbi Olan Nafileler Bu nafileler müekkede ve gayr-ı müekkede olarak ikiye ayrılır. Müekkede olanlar şunlardır Sabah namazından önce iki rekât, öğleden önce ve sonra ikişer rekât, akşam ve yatsıdan sonra ikişer rekât. İbn Ömer şöyle demiştir 'Hz. Muhammed on rekât namaz öğrendim Kendileri öğleden önce ve sonra ikişer rekât, akşam namazından sonra iki rekât, yatsı namazından sonra iki rekât, sabah namazından önce de iki rekât kılarlardı. Bu saatte Hz. Muhammed yanına kimse giremezdi'. Buhari/1126; Müslim/729 Hz. Aişe şöyle demiştir 'Hz. Muhammed sabah namazından önce kılınan iki rekâta gösterdiği ihtimamı, başka hiçbir nafile namaza göstermezdi'. Buhari/1116; Müslim/724 Hz. Aişe şöyle rivayet ediyor 'Hz. Muhammed öğleden önce dört rekât, sabahtan önce de iki rekât kılardı ve bunları terk etmezdi'. Buhari/1127 Yine Hz. Aişe şöyle demiştir 'Hz. Muhammed benim odamda öğleden önce dört rekât kılar, ondan sonra çıkıp halka farzı kıldırır, sonra tekrar iki rekât kılardı'. Müslim/730 Hz. Muhammed bu iki rekâtten sonra iki rekât daha artırırdı. Nitekim kendileri şöyle buyurmuştur “Kim öğlenin farzından önce ve sonra dörder rekât namaz kılmaya devam ederse, Allah onu cehennem ateşine haram kılar.” Neseî, İmam Ahmed, İbn Mâce, Ebu Dâvud, Tirmizi/427-428, Ümmü Habîbe'den Cuma namazı da öğle namazı gibidir. Çünkü Cuma namazı, öğle namazının karşılığıdır. Bu bakımdan Cuma namazından önce de dört rekât kılmak sünnettir; iki rekâtı müekked, iki rekâtı da gayr-ı müekked'dir. Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur “Herhangi biriniz Cuma namazını kıldığı zaman dört rekât daha kılsın.” Müslim/881, Ebu Hüreyre'den Abdullah b. Mes'ud'un, Cuma'dan önce ve sonra dörder rekât namaz kıldığı rivayet edilmiştir. Tirmizî/523 Yine aynı sened ile ikindiden önce de dört rekât kıldığı rivayet edilmiştir. “İkindinin farzından önce dört rekât namaz kılan kişiye Allah rahmet etsin.” Tirmizî/430, İbn Ömer'den Bu dört rekât namaz, ikişer rekât olarak kılınmalıdır. Çünkü Hz. Ali'den şöyle rivayet edilmiştir 'Hz. Muhammed ikindinin farzından önce dört rekât kılar ve arasını selâm ile ayırırdı.’ Tirmizî/429 Akşam namazından önce hafif olarak iki rekât namaz kıl-mak da müstehab'tır. Enes b. Mâlik şöyle demiştir 'Biz Medine'de bulunu-yorduk. Müezzin akşam namazı için ezan okuduğu zaman sahabeden birçok kimse aceleyle direklere doğru durup iki rekât namaz kılarlardı. Hatta bazen yabancı bir kimse mescide girerdi de bu iki rekâtı kılanların çokluğundan ötürü farz namazı kılınmış zannederdi'. Buhari/599; Müslim/837 Yatsıdan önce de iki rekât hafif namaz kılmak müstehab'dır. Hz. Muhammed üç defa 'Her iki ezan ezan ile kamet arasında bir namaz vardır' dedikten sonra, üçüncüde 'kılmak isteyen kimse için' sözünü ilave etti. Buhari/601; Müslim/838, Abdullah b. Mugaffel'den * Farzlara bağlı nafileler, müekked olan ve müekked olmayan şeklinde iki kısma ayrılırlar. Müekked olanlar şunlardır; *Sabahın ilk rek'atlık sünneti. Bunun vakti, sabah namazının vaktidir. Yani, fecr-i sâdığın doğuşundan güneşin doğuşuna kadardır. Bunları, vaktin çıkmasından veya cemaatin kaçırılmasından korkulmadığı takdirde farzdan önce kılmak sünnettir. Şayet anılan durumların vukuundan korkulursa, önce farz sonra bu iki rek'atlık sünnet kılınır. Ki bunda hiçbir mekruhluk yoktur. Eğer sabahı kılmadan gün doğarsa bunları kaza etmek gerekir. Bu sünnetin birinci rek'atında Fâtiha'dan sonra Bakara sûresinin cümlesiyle başlayıp cümlesiyle sona eren, 136. Âyetini okumak; ikinci rek'atında ise Âl-i İmrân sûresinin cümlesiyle başlayıp cümlesiyle sona eren, 64. âyetini okumak sünnettir. Bu iki rek'atlik sünnetle sabahın farzı arasına, uzanarak veya başka tarafa yönelerek veyahut da dünyevî olmayan konuşmaları yaparak fasıla koymak da sünnettir. *Öğlenin farzından ve cuma namazından önce kılınan iki rek'atlık namaz da müekked sünnetlerdendir. Öğlenin farzından ve Cumadan sonra kılınan iki rek'atlık namaz da müekked sünnetlerdendir. Öğle namazını kılmayan kişinin, cumadan sonra iki rek'at namaz kılması sünnettir. Aksi takdirde öğle sünnetini bunun yerine kılmak, sünnet yerine geçmez. *Akşam namazından sonra kılınan iki rek'atlık namaz da müekked sünnetlerdendir. Bunun birinci rek'atında Fâtiha'dan sonra Kâfirûn, ikincisinde ise îhlâs suresini okumak sünnettir. *Yatsı farzından sonra kılınan iki rek'atlık namaz da müekked sünnetlerdendir. *Vitir de müekked sünnetlerdendir; En azı bir rek'attır. Kemâl noktasına ermesinin en alt derecesi üç rek'at, en üst derecesi ise onbir rek'attır. En faziletlisi, bu namazın her iki rek'atında bir selâm vermektir. Vitrin vakti, yatsı namazından hemen sonra başlar. Yatsı namazı, cem-i takdim şeklinde, akşam namazıyla birlikte kılınsa bile vitrin vakti, yatsı namazının hemen ardı sıra başlar. Vakti, fecr-i sâdığın doğuşuna kadar sürer. Bu vakte kadar kılınmadığı takdirde kazaya kalmış olur. Müekked olmayan nafilelere gelince, bunlar oniki rek'attır Önce saydığımız nafilelerden ayrı olarak; *Öğleden önce iki rek'at, öğleden sonra iki rek'at... Bu hususta Cuma namazı da öğle gibidir. *İkindi namazından önce dört rek'at. *Akşam namazından önce iki rek'at. Bunların hafif olarak kılınmaları ve müezzinin ezanına karşılık verdikten sonra kılınmaları sünnettir. Bu hususta Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır “Her iki ezan arasında namaz vardır.” Buhârî, Ezan/14-16; Müslim, Müsâfirîn/304; Ebû Dâvud, Tatavvu/11 Buradaki iki ezandan maksat; birincisi vaktin ezanı, diğeri de ikâmettir. Yatsı namazından önce iki rek'at olarak kılınan namaz da bu cümledendir. Nafile namaz kılan kişi, bu namazı iki rek'atten fazla olarak kılarsa, kıldığı bu namaz, dört rek'atlı farz namazlar gibi olur. Bunların ilk iki rek'atlarında Fâtiha'ya ek sûre okumak sünnettir. İlk iki rek'attan sonraki rek'atlarda sadece Fâtiha'yı okumak yeterli olur.* A. Cezîrî - Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı -1 Bu açıklamalara göre özetle şu şekilde sıralanabilir; 5 VAKİT NAMAZIN REKÂT SAYISI Sabah Namazı 2 Rekat İlk Sünnet müekked 2 Rekat Farz Öğle Namazı 4 Rekat İlk Sünnet 2 müekked + 2 gayri müekked 4 Rekat Farz 4 Rekat Son Sünnet 2 müekked + 2 gayri müekked İkindi Namazı 4 Rekat İlk Sünnet gayri müekked 4 Rekat Farz Akşam Namazı 2 Rekat İlk Sünnet müstehab 4 Rekat Farz 2 Rekat Son Sünnet müekked Yatsı Namazı 2 Rekat İlk Sünnet müekked 4 Rekat Farz 2 Rekat Son Sünnet müekked Vitir Namazı 1,3,5,7,9 veya 11 rekat; müekkede Cuma Namazı 4 Rekat İlk Sünnet 2 müekked + 2 gayri müekked 2 Rekat Farz 4 Rekat Son Sünnet 2 müekked + 2 gayri müekked * 2. Farz Namazlara Tâbi Olmayan Nafileler a. Tahiyyetu'l-Mescit Namazı Mescide girildiğinde oturmadan önce kılınan iki rekât sünnettir. Bunun delili şu hadîstir “Herhangi biriniz mescide girdiğinde iki rekât namaz kılmadan oturmasın.” Buhari, 433; Müslim/714 Tahiyyetu'l-Mescit namazı, farz namaz veya herhangi bir nafile namaz kılmakla da eda edilmiş olur. Çünkü esas olan, mescide girildiğinde oturmadan önce namaz kılmaktır. b. Vitir Namazı Vitir namazı müekked bir sünnettir. Tek rekât olarak da kılınabildiği için bu ismi almıştır. Diğer namazlar ise en az iki rekât olarak kılınır. Hz. Ali'den şöyle rivayet edilmiştir 'Vitir namazı farz değildir. Hz. Muhammed onu sünnet kılmıştır'. Tirmizî, 453 ve başka muhaddisler Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur “Ey Kur'an ehli! Vitir namazı kılın veya namazı tekleştirin. Şüphesiz ki Allah tek'tir ve tek'i sever.” Ebu Dâvud/l4l6; Tirmizî Vitir Namazının Vakti Vitir namazının vakti, yatsı namazından sonra başlayıp fecri sadık'ın doğuşuna kadar devam eder. Vitir namazını, gece namazının sonunda kılmak en efdalidir. Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur “ Allah size bir namaz ziyade kıldı. O namaz sizin hakkınızda kırmızı tüylü develerden daha hayırlıdır. İşte o vitir namazıdır. O namaz yatsı ile fecrin doğuşu arasında kılınır.” Ebu Dâvud/1418 “Gece kıldığınız namazların sonunu tek yapınız.” Buhari/953; Müslim/749 Bu, fecr'den önce uyanmaktan emin olan kimse içindir. Fakat gece kalkmaktan emin olamayan kişi, vitir'i yatsı namazından sonra kılmalıdır. Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur “Gece sonunda kalkamayacağından korkan kimse, vitir namazını gecenin evvelinde kılsın. Gece sonunda kalkacağını ümit eden de gecenin sonunda kılsın. Zira gece sonundaki namaz şahitlidir ve çok faziletlidir.” Müslim/755, Câbir'den Ebu Hüreyre şöyle demiştir 'Dostum Hz. Muhammed bana üç şey tavsiye etti Her aydan üç gün oruç tutmak, iki rekât kuşluk namazı kılmak ve vitir namazını kılıp uyumak'. Buhari/1880; Müslim/721 Vitir namazının en azı bir rekâttır. Fakat tek rekât ile yetinmek evlâ olan bir davranış değildir. Vitir namazının en çoğu ise onbir rekâttır. En iyisi üç rekâttan az kılmamaktır. Üç rekât kılındığı takdirde iki rekâtı bir, kalan bir rekâtı da ayrı kılmak gerekir. Onbir rekât kılındığı takdirde her iki rekâtta bir selâm verilmeli, sonra bir rekât daha kılınmalıdır. Hz. Aişe şöyle demiştir 'Hz. Muhammed yatsı namazını kıldıktan sonra sabah namazına kadarki zamanda onbir rekât namaz kılardı. Her iki rekâtta bir selâm verir, bir rekâtı da vitir yapardı. Hz. Muhammed müezzin sabah ezanını okuduktan, fecr'in tulûu tebeyyün ettikten, müezzin de haber vermek için geldikten sonra kalkıp hafifçe iki rekât kılar, sonra ikâmeti haber vermek için müezzin gelinceye kadar sağ yanı üzerine yatardı'. Buhari/1071; Müslim/736 ve başka muhaddisler Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur “ Vitir namazını kılmak, her Müslümana haktır. Vitir namazını beş rekât kılmak isteyen beş rekât kılsın, üç rekât kılmak isteyen üç rekât kılsın, bir rekât kılmak isteyen de bir rekât kılsın.” Ebu Dâvud/1422, Ebu Eyyub el-EnsârMen Hadîste geçen haktır kelimesinden maksat, meşrudur ve istenmektedir demektir. c. Teheccüd Namazı Uykudan kalkıp kılındığı için bu namaza teheccüd denilmektedir. Çünkü teheccüd, uykuyu terk etmek demektir. Teheccüd namazı, rekât sayısıyla sınırlandırılmamış bir sünnettir. Bu sünnet, uykudan uyandıktan sonra ve fecr'den önce eda edilir. Bu sünnetin meşruiyetinin delili şu ayettir “Gecenin bir kısmında kalk ve sana mahsus bir fazlalık olmak üzere onunla Kur'an'la namaz kıl. Rabbinin seni övgüye değer bir makama makam-ı mahmud'a çıkarması umulur.” îsra/79 Yani 'Uykudan kalk, namaz kıl, Kur'an oku. Bu namaz, yalnız sana mahsus bir fazlalıktır'. Bazı rivayetlere göre teheccüd namazı, Hz. Muhammed vacip idi. Hz. Muhammed 'Farz namazlardan sonra hangi namaz daha faziletlidir?’ diye sorulduğunda, Hz. Muhammed “Gece kalkıp kılman namaz.” diye cevap vermiştir. Müslim/1163 ve başka muhaddisler, Ebu Hüreyre'den d. Duha Kuşluk Namazı Kuşluk namazının en azı iki, en çoğu ise sekiz rekâttır. Ebu Hüreyre şöyle demiştir “Dostum Hz. Muhammed bana üç şey tavsiye etmiştir Her aydan üç gün oruç tutmak, iki rekât kuşluk namazı kılmak, vitir namazını kılıp uyumak.” Buhari/1880; Müslim/721 Şöyle rivayet edilmiştir 'Fetih senesi Ümmü Hânî, Hz. Muhammed yanına geldi. Hz. Muhammed Mekke'nin en yüksek yerinde bulunuyordu. Hz. Muhammed yıkanmak için kalktı. Hz. Fatıma da onun üzerine bir perde gerdi. Sonra Hz. Muhammed elbisesini aldı ve ona sarındı. Sonra Duha kuşluk nafilesini sekiz rekât olarak kıldı'. Buhari/350; Müslim/336 Kuşluk namazını, her iki rekâtta bir selâm vererek kılmak en efdalidir. Ümmü Hânîden şöyle rivayet edilmiştir 'Hz. Muhammed Mekke'nin fethi günü her iki rekâtta bir selâm vererek kuşluk namazını sekiz rekât olarak kıldı'. Ebu Dâvud/1290 Kuşluk namazının vakti, güneşin yükselmesinden başlayıp zeval öğle vaktine kadar devam eder. Fakat en efdali, gündüzün dörtte biri geçtikten sonra kılınmasıdır. Zeyd b. Erkam şöyle demiştir Hz. Muhammed Küba halkının yanına vardığında onlar namaz kılıyorlardı. Bunun üzerine Hz. Muhammed 'Evvâbîn namazı, kumların hararetinden ötürü deve yavrularının ayakları yandığı zaman kılınır' dedi. Müslim/748 e. İstihare Namazı İstihare namazı, namaz kılmanın mekruh olmadığı her vakitte iki rekât olarak kılınır. Bir şey yapmak isteyen fakat yapılıp yapılmamasında hayır olduğunu bilmeyen bir kimsenin istihare namazı kılması sünnettir. İstihare namazından sonra bu hususta varid olan dua ile dua edilmelidir. Bu duadan sonra Allah o işi yapması için kalbine ferahlık verirse yapmalı, yoksa yapmamalıdır. Cabir b. Abdullah şöyle demiştir Hz. Muhammed bize Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi, bütün işlerde istihare yapmayı öğretti. Bize şöyle derdi "Sizden biri bir işe niyetlenirse, iki rekât namaz kılsın, sonra da şu duayı okusun “Allahım! Senin ilminle hayır, kudretinle de güç istiyorum. Senin büyük fazlından talep ediyorum. Sen güç yetirirsin; ben yetiremem. Sen bilirsin; ben bilmem. Sen gaybı bilensin. Allahım! Bu iş; dinim, geçimim, sonum veya şimdiki halim ve geleceğim için hayırlı olacaksa, bunu benim için takdir et ve müyesser kıl. Sonra benim için onda bereketler nasip et. Yok eğer bu iş; dinim, geçimim, sonum veya şimdiki hâlim ve geleceğim için şerli olacaksa onu benden, beni de ondan uzaklaştır. Benim için her nerede olursa olsun hayrı takdir eyle, sonra da beni onunla hoşnut eyle. Bu duayı okuduktan sonra da işinin ne olduğunu söylesin."Buhari/1109 ve başka muhaddisler f. İsmi ve Belli Vakti Olmayan Nafile Namazlar Bu nafileler, daha önce belirttiğimiz mekruh vakitler hariç, her vakitte istenildiği kadar kılınabilir; Hz. Muhammed Ebu Zer'e şöyle demiştir; Namaz en güzel şeydir. İstersen fazla, istersen az kıl.” İbn Mâce İster gece, ister gündüz kılınsın mutlak nafilelerde her iki rekâtta bir selâm vermek en efdalidir. Bunun delili şu hadîstir “Gece namazı ikişer ikişerdir.” Buhari/946; Müslim/749; Ebu Dâvud/1295 ve başka muhaddisler CEMAATLE KILINMASI SÜNNET OLAN NAMAZLAR Yukarıda zikrettiğimiz nafile namazların tümü, tek başına kılınması müstehab olan nafilelerdir. Cemaatle kılınması müstehab olan nafileler ise Bayram namazları, Teravih namazı, Küsuf ve Husuf namazı ve Yağmur namazıdır. ı. BAYRAM NAMAZLARI Bayram mânâsına gelen iyd kelimesi avd kelimesinden alınmıştır. Avd 'tekrar edilmek' anlamına gelir. Bayram'a, bu isim, her sene tekrar geldiği, insanların sürür ve sevinci tekrarlandığı veya Allah' Teâlâ'nın, bayramda insanlara çokça lütufta bulunduğu için verilmiştir. Bayram Namazlarının Meşruiyeti ve Delili Hz. Muhammed Ramazan ve Kurban bayramı namazını ilk olarak hicretin ikinci yılında Medine'de kıldırmıştır. Meşruiyetinin delili ise şu ayettir “Öyle ise rabbin için namaz kıl ve kurban kes.” Kevser/2 Müfessirler bu ayetteki namazın, Kurban bayramının namazı olduğunu söylemişlerdir. Ebu Said el-Hudrî şöyle demiştir 'Hz. Muhammed Kurban bayramı ile Fıtır bayramı günlerinde musalla'ya çıkardı. Orada önce namaza başlardı. Namazı kıldırıp selâm verince, cemaat -namaz kıldıkları yerde otururken ayağa kalkar ve insanlara karşı dönerdi. Eğer bir müfreze göndermek istiyorsa bunu insanlara söyler veya başka bir şey emretmek istiyorsa emrederdi. Ondan sonra musalla'dan avdet ederdi'Buhari/913; Müslim/889 Bayram Namazının Hükmü Bayram namazı müekked bir sünnettir. Çünkü Bayram namazı meşru kılındıktan sonra, Hz. Muhammed vefat edinceye kadar onu terk etmemiştir. Hz. Muhammed sonra sahabîler de kılmaya devam etmişlerdir. Bayram namazının cemaatle kılınması meşrudur. Ebu Said el-Hudrî'nin rivayet ettiği hadîs buna delâlet etmektedir. Ayrıca Bayram namazı tek başına da kılınabilir. Fitneye sebep olan veya süslenmiş kadınlar hariç -onlar namazı evlerinde kılmalıdırlar- Bayram namazına erkek-kadın, mukim-seferî, hür-köle herkes katılabilir. Hz. Muhammed İslâm hakkında soru soran kişiye söylediği sözler Bayram namazının vacip olmadığına delâlet etmektedir; Hz. Muhammed o kişiye 'Gece ve gündüz içinde beş vakit namaz var' buyurdu. O zat 'Üzerime bu namazlardan başkası da olacak mı?' diye sorunca, Hz Muhammed 'Hayır, meğerki kendiliğinden kılasın' diye cevap verdi. Buhari/46; Müslim/11 Hz. Muhammed şöyle buyurmuştur “Allah, kullarına beş vakit namazı farz kılmıştır. Kim haklarında küçümsemede bulunmadan, haklarını zayi etmeksizin onları kılarsa, Allah o kimseyi cennete koymaya söz vermiştir. Kim de onları kılmazsa, Allah'ın o kimseye hiçbir va'd'i yoktur. Dilerse azap eder, dilerse cennete koyar.” Ebu Dâvud/1420 Ümmü Atiyye şöyle demiştir 'Her iki bayramda da örtülü hanımlar ve bakire kızlarla beraber musalla'ya çıkmakla emrolunurduk. Hayızlılar da çıkar cemaatin arka tarafında bulunurlar ve insanlarla birlikte tekbir getirirlerdi'. Buhari/928; Müslim/890 Başka bir rivayette Ümmü Atiyye 'Ey Allah'ın Rasûlü! Bazılarımızın cilbabı örtünecek çarşafı bulunmuyor' dedim. 'Din kardeşi kendi cilbablarından birini emaneten giydirsin' buyurdu. Bayram namazı için ezan ve kamet okumak sünnet değildir. Bayram namazları için “es-salâtu camia” namaz toplayıcıdır diye seslenilir. Rivayet edildiğine göre İbn Abbas, Abdullah b. Zübeyr'e biat edildiğinde 'Fıtır bayramı günü Bayram namazı için ezan okumak yoktur. Bu bakımdan sen de o günün namazı için ezan okutma, ayrıca hutbe de namazdan sonra okunur. Bu Bayram namazı işi muhakkak surette böyle yapılagelmiştir' diye haber göndermiştir.” Buhari/916; Müslim/886 İbn Abbas ve Cabir'den şöyle rivayet edilmiştir 'Ne Kurban bayramı, ne de Ramazan bayramı namazı için ezan okumak yoktur'. Buhari/917; Müslim/886 Bayram Namazlarının Vakti Bayram namazlarının vakti, güneşin doğuşundan itibaren başlar, zeval öğle vaktine kadar devam eder. Bera b. Âzib'in rivayet ettiği şu hadîs buna delâlet etmektedir Hz. Muhammed hutbe okuduktan sonra şöyle dedi 'Bu günümüzde ilk yaptığımız şey Bayram namazı kılmaktır.’ Buhari/908 Bayram namazlarının, güneşin -doğuşundan itibaren bir mızrak boyu yükselişine kadar ertelenmesi sünnettir. Bayram Namazlarının Kılınış Şekli Bayram namazları iki rekât olarak kılınır. Kamet yerine, اَلصَّلَاةَ جَامِعَةً denilir. Namaz tahrim iftitah tekbiri ile başlar, tahrim duasından sonra yedi tekbir alınır. Her tekbirde eller omuz hizasına kadar kaldırılır. İki tekbir arasında ne uzun ne kısa olmayan bir ayet okunacak kadar bir zaman durulur. Bu esnada سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَلَآ اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ اَكْبَرُ subhanallahi veîâ ilahe illâllahu vallah-u ekber Allah'ı her türlü ortaktan tenzih ederim. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür demek sünnettir. Sonra eûzu besmele çekilerek Fatiha okunur. Sonra zammı sûre olarak bir sûre veya bazı ayetler okunur. İkinci rekâtta intikal tekbirlerinden başka, Fatiha okunmadan önce beş tekbir daha alınır. Her iki tekbirin arasında -daha önce zikrettiğimiz gibi- fasıla verilir. Heyet olarak adlandırılan bu tekbirler sünnettir. Unutarak da olsa tekbir alınmadan kıraate başlanırsa, zaman geçtiği için artık tekbir alınmaz. Fakat bu durum namazın sıhhatine zarar vermez. Bunların delili şu rivayetlerdir. Hz. Ömer'den şöyle rivayet edilmiştir “Ramazan ve Kurban bayramının namazları ikişer rekâttır.” Neseî, III/111 ve başka muhaddisler Hz. Ömer bunu, Hz. Muhammed diliyle söylemiştir. İcma da bunun üzerine olmuştur. Amr b. Avf el-Müzenî şöyle rivayet etmiştir 'Hz. Muhammed Bayram namazlarında, birinci rekâtta kıraatten önce yedi, ikinci rekâtta kıraatten önce beş tekbir aldı.’ Tirmizî/536. Tirmizî 'Bu hadîs bu hususta gelen en güzel hadîstir' demiştir. Bayram Hutbesi Bayram namazı kılındıktan sonra iki hutbe okumak sünnettir. Bu hutbelerin keyfiyetini kısaca şöyle sıralayabiliriz 1. Hutbeler, Bayram namazının hemen arkasından okunmalıdır. Bu hutbeler, Cuma'nın aksine namazdan sonra okunur. Çünkü Hz. Muhammed Cuma namazının hutbesini namazdan önce, Bayram namazlarının hutbelerini ise namazdan sonra okumuştur. İbn Ömer şöyle demiştir 'Hz. Muhammed Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, Bayram namazlarını hutbeden önce kılarlardı'. Buhari/920; Müslim/888 İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir 'Hz. Muhammed ile beraber Ramazan ve Kurban bayramı günlerinde musalla'ya çıktık. Hz. Muhammed önce namazı kıldı, sonra hutbe okudu'. Buhari/932 Hutbe Bayram namazından önce okunursa, hiç okunmamış sayılır. 2. Cuma hutbesindeki rükün ve sünnetler, bayram hutbeleri için de geçerlidir. İmam Şafii, Ubeydullah b. Abdullah b, Utbe b. Mes'ud'dan şöyle rivayet etmiştir 'Sünnet, imamın Bayram namazlarında iki hutbe okuması ve aralarında fasıla yapmasıdır'. 3. Birinci hutbeyi dokuz, ikinci hutbeyi yedi tekbirle okumak sünnettir. Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mes'ud'dan şöyle rivayet edilmiştir 'Birinci hutbeye, peş peşe dokuz tekbirle, ikinci hutbeye ise peş peşe yedi tekbirle başlamak sünnettir'. Beyhakî Bayram Namazları Nerede Kılınır? Bayram namazları, mescit veya sahrada kılınır. Neresi daha fazla insan alırsa orada kılmak daha faziletlidir. Her iki yer de eşit derecede insan alıyorsa, şerefinden ötürü mescitte kılmak daha faziletlidir. Zira Müslüman mescitte kıldığı namazdan dolayı hem icabet ecri alır, hem de mescitte durmanın ecrini alır. Hz. Muhammed mesciti bütün halkı almadığı için, Hz. Muhammed Bayram namazlarını sahrada kıldırmıştır. Daha önce Bayram namazlarını erkek, kadın herkesin cemaatle kılmasının meşru olduğunu belirtmiştik. Mescit, namaz kılanları alıyorsa, sahranın tercih edilmesine gerek yoktur. Bayram Günlerinde Tekbir Getirmek Hacı olmayanların, Ramazan ve Kurban bayramı gecelerinde güneşin batışından itibaren evlerde, mescitlerde, çarşılarda yüksek sesle -imam Bayram namazının tahrim iftitah tekbirini alıncaya kadar- tekbir getirmeleri sünnettir. “Bu kolaylığı dilemesi, sayıyı tamamlamanız ve sizi bu kolaylığa ilettiğinden dolayı Allah'ı tekbir etmeniz içindir.” Bakara/185 Müfessirler, buradaki tekbirden maksadın, Ramazan bayramında getirilen tekbir olduğunu söylemişlerdir. Kurban bayramı da Ramazan bayramına kıyas edilir. Ayrıca hacı olan ve olmayan herkes için Kurban bayramında namazlardan sonra; Arefe gününün sabah namazından başlayarak, teşrik günlerinin son gününün ikindi namazına kadar tekbir getirmek sünnettir. Teşrik günleri, Kurban bayramını takip eden üç gündür. Fakat Ramazan bayramında namazlardan sonra tekbir getirmek sünnet değildir. Bütün bunların delili, Hz. Muhammed fiilidir. Hz. Muhammed ve ashabı böyle yapmışlardır. Hz. Ali'den ve Ammar b. Yasir'den şöyle rivayet edilmiştir 'Hz. Muhammed Arefe günü sabah namazından sonra tekbir getirirdi. Teşrik günlerinin son günü ikindi namazından sonra bırakırdı'. Hâkim, 1/299. Hâkim 'Bu hadîsin isnadı sahih'tir. Ravilerden hiçbiri cerh edilmemiştir' demiştir Rivayet edildiğine göre İbn Ömer, Mina'da tekbir getirirdi. Mescitteki, çarşı-pazardaki insanlar onun sesini işitir ve onunla beraber tekbir getirirlerdi. Öyle ki tekbir sesinden her yer inlerdi. İbn Ömer, Mina'da bütün günlerde, namazların arkasında, yatağında, çadırında ve yürürken tekbir getirirdi. Buhari, Kitab'ul-Iydeyn Tekbirin en üstün lafzı şöyledir Allah-u ekber, Allah-u ekber, Allah-u ekber, lâ ilahe illallahu vallah-u ekber, Allah-u ekber ve lillahi'l-hamd Allah en büyüktür, Allah en büyüktür, Allah en büyüktür. Allah'tan başka ilah yoktur. Allah en büyüktür, Hamd, Allah'a mahsustur. *Ekmelüddin El-Hanefi diyor ki Bu tekbirin doğuş sebebi şöyledir Cebrail aleyhisselâm kurbanı getirirken, İbrahim aleyhisselâm İsmail kesme işini aceleye getireceğinden korktuğu için acele olarak اَللّٰهُ اَكْبَرُ اَللّٰهُ اَكْبَرُ اَللّٰهُ اَكْبَرُ diye seslendi. İbrahim bunu işitince; لَآ اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ اَكْبَرُ dedi. İsmail da duruma vakıf olunca o da; اَللّٰهُ اَكْبَرُ وَلِلّٰهِ الْحَمْدُ diyerek mukabelede bulundu.* Büyük Şafii İlmihali - Halil GÜNENÇ Bayram Gününün Âdabı 1. Gusletmek, güzel koku sürünmek, yeni elbise giymek. Bunların nedenleri Cuma bahsinde geçmişti. 2. Bayram sabahı mescide erken gitmek. 3. Ramazan bayramında namaza gitmeden önce bir şey yemek. Kurban bayramında ise namazdan dönünceye kadar bir şey yememek. 4. Mescide veya namazgaha yürüyerek gitmek, dönerken başka bir yoldan gelmek. Cabir şöyle demiştir 'Hz. Muhammed Bayram namazına giderken başka bir yoldan gidiyor, dönerken başka bir yoldan geliyordu'. Buhari/943 5. İmam'ın, güneş doğduktan sonra nafile namaz kılması mekruhtur. Başkaları içinse mekruh değildir. İbn Abbas şöyle rivayet etmiştir 'Hz. Muhammed Ramazan bayramı günü çıktı, iki rekât bayram namazı kıldı. Ondan önce ve sonra başka namaz kılmadı'. Buhari/945 Nafile Namazlar 1- Duha namazı. Bunun vakti, güneşin doğup bir mızrak boyu kadar yükselmesiyle başlar ve öğleye kadar devam eder. En azı; iki rekât, efdal olanı sekiz Teheccüd namazı. Vakti, yatsı namazını kıldıktan sonra girer ve fecir doğuncaya kadar devam eder. Bir miktar uyuduktan sonra, uyanıp kılınır. En azı iki rekâttır, çoğu için bir sınır Tehıyyet-ül-mescid namazı. Camiye girince; oturmadan iki rekât olarak kılınır. Herhangi bir farz veya başka bir nafile namaz kılınırsa, tehıyyet-ül-mescid namazı yerine de Tesbih namazı. Bu namaz, dört rekâttır. İki rekâtta bir selam vermek daha iyidir. Mekruh vakitler dışındaki bir zamanda kılınır. Her rekâtta 75 defa “Sübhanallahi vel-hamdü lillahi ve la ilahe illallahü vellahü ekber” 15 adedi Fatiha ve sureyi okuduktan sonra ayakta, 10’ar adedi de rüku’, itidal, birinci secde, iki secde arasındaki oturuşta, ikinci secdede ve ondan sonraki istirahat ve teşehhüd oturuşlarında Evvabin namazı. Buna “gaflet” namazı da denir. Çünkü bu vakitte, insanlar; yemek yemekle meşgul olup bu namazdan gafil vakti, akşam namazından sonra başlar ve kırmızı şafak’ın kaybolmasıyla yani yatsı namazının vaktinin girmesiyle biter. En azı iki, en çoğu yirmi Abdest namazı. Abdest alındıktan sonra, abdest namazı niyetiyle iki rekât halinde Sefer namazı. Yolculuğa çıkılacağı zaman, evden çıkmadan önce iki rekât ve yolculuktan dönüşte de iki rekât “sefer namazı” İstihare şey yapmak isteyip de, yapılmasında mı yoksa yapılmamasında mı hayır bulunduğunu bilmeyen kimsenin, iki rekât istihare namazı kılması sünnettir. Namazdan sonra aşağıdaki dua okunur. Namazdan sonra o işi yapmak için kalbine ferahlık gelirse; o işi yapmalı, yoksa yapmamalıdır“Allahüme inni estehiruke bi ilmike ve estakdiruke bi kudretike ve es’eluke min fadlikel-azimi fe inneke takdiru vela ekdiru ve ta’lemu vela a’lemu ve ente Allamul-guyubi Allahümme in kunte ta’lemu enne hazel-emre hayrun li fi dini ve meaşi ve akıbeti emri fekdurhu li ve yessirhu li sümme barik li fihi ve in kunte ta’lemu enne hazel-emre şerrun li fi dini ve meaşi ve akıbeti emri fesrifhu anni vasrifni anhu vakdur liyel-hayra haysu kane sümme erdini bihi.” ifadesinin yerine, ihtiyacı ne ise, onu Allah’ım! Senin ilminle hayır, kudretinle de kuvvet diliyorum. Senin büyük fazlından istiyorum. Şüphesiz sen, güç yetirirsin, ben güç yetiremem. Sen bilirsin, ben bilemem ve sen gaybı çok iyi bilensin. Allah’ım! Eğer bu iş; dinim, geçimim ve akıbetim açısından benim için hayırlı ise, onu benim için takdir buyur ve bana müyesser eyle sonra onu bana bereketli kıl. Şayet bu iş; dinim, geçimim ve akıbetim açısından benim için şer ise; onu benden, beni de ondan uzaklaştır. Benim için hayır nerede ise, onu benim için takdir buyur, sonra da beni onunla razı eyle.
Farz, dinen yapılması kesin delillerle emredilen şeylere denir. Yani dinimizce yapılması kesinlikle emredilen şeye Farz denir. Farz ikiye aynlır Farz-ı ayn ve farz-ı Farzı ayrn Her müslümanın mecburen yapması gereken Allah emirleridir. Namaz, oruç Farzı kifaye Toplumda bazı müslümanların yapması ile diğer müslümanların üzerinden kalkan farzdır. İlim öğrenmek ve cenaze namazı Örnekleri; namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek lügatta yol, âdet davranış gibi manalara gelir. İslâm’da ise Sevgili Peygamberimizin sav farz olmayarak yaptığı şeylerdir. Diğer bir ifade ile Sünnet; Peygamber Efendımiz’in aleyhissalatu vesselam farz ve vaciplerden hariç olarak yaptığı ve yapılmasını istediği fiil ve davranışlardır. Bunlar “Sünet-i müekkede” ve “Sünneti gayri müekkede” olarak ikiye Sünnet-i müekkede Peygamberimizin devamlı yaptıkları çok az terk ettikleri sünnettir. Meselâ sabah namazının sünneti, öğle namazının dört rekatlık ilk sünneti ile iki rekatlık son sünneti, ezan okumak, kamet getirmek, cemaate devam etmek sünnet-i Sünnet-i gayri müekkede ise Peygamberimizin ibadet maksadıyla ara sıra yaptıkları şeylerdir. İkindi namazının sünneti, yatsı namazının ilk sünneti gibi. Bunlara devam etmenin sevabı da pek örnekleri; selam vermek, sol ayak ile tuvalete girip sağ ayak ile çıkmak, sadaka vermek, israf etmemek, yardımlaşmak, sahur yamak sözlükte “sabit, lazım, var ve gerekli olan şey” anlamına gelir. Vacip fıkıh âlimlerinin çoğunluğuna göre farz ile eş anlamlıdır. Hanefî uleması farz ve vacip diye ikili bir ayırım yapmışlardır. Hanefîlere göre vacip, yapılmasının gerekliliğini ifade eden deliller, farz kadar kuvvetli ve açık olmayan vazifelere denir fakat vaciplerin de farzlar gibi kesin olarak yapılması gerekir. Binaenaleyh vacibe, “amelî farz” da denmektedir. Başka bir değişle, farz kadar kesin olmamakla beraber kuvvetli bir delil ile yapılması emredilen şeye Vacip denir. Kurban kesmek, Fıtır sadakası vermek, vitir ve bayram namazı kılmak gibi. Kesin olmayan bir delil ile sabit olduğu için vâcibi inkar eden kâfir olmaz. Farzı inkar eden ise kâfir örnekleri; Kurban kesmek, Fıtır sadakası vermek, vitir ve bayram namazı kılmak gibi.
şafii namaz sünnet ve farzları